HZ.MUHAMMED'İN ŞEMAİLİ VE ÜSTÜNLÜKLERİ

Resûl-i Ekrem’in ilk bakışta insana güven veren bir görünümü olduğu belirtilmektedir. Nitekim Medine’ye hicret ettiği zaman onu ziyaret edip ilk defa gören yahudi âlimi Abdullah b. Selâm bu yüzün sahibinin yalancı olamayacağını söylemiştir (Tirmizî, “Ṣıfatü’l-ḳıyâme”, 42; İbn Mâce, “İḳāme”, 174). Hz. Peygamber’in güzelliği kendisini görenleri etkilerdi. Onu tasvir etmek isteyen sahâbîler yüzünü aya, güneşe benzetmişler ve on dördüncü gecesindeki aydan daha güzel olduğunu ifade etmişlerdir (Dârimî, “Muḳaddime”, 10; Müslim, “Feżâʾil”, 109).

Resûl-i Ekrem’in şemâilini onun en yakınında bulunanlardan Hz. Ali, Enes b. Mâlik, Berâ b. Âzib gibi sahâbîler tasvir etmiştir. Bunlar arasında Resûlullah’ın terbiyesi altında yetişen üvey oğlu Hind b. Ebû Hâle’nin tasviri meşhurdur. Hind’in belirttiğine göre Allah’ın elçisi iri yapılı ve heybetliydi. Yüzü ayın on dördü gibi parlaktı. Uzuna yakın orta boylu, büyükçe başlı, saçları hafif dalgalıydı. Saçı bazan kulak memesini geçerdi. Rengi nûrânî beyaz, alnı açık, kaşları hilâl gibi ince ve sıktı. Burnu ince, hafifçe kavisliydi. Sakalı sık ve gür, yanakları düzdü. Bütün organları birbiriyle uyumlu olup ne zayıf ne de şişmandı. Göğsü ile iki omuzunun arası genişçe, mafsalları kalıncaydı. Bilekleri uzun, avucu genişti. Yürürken ayaklarını yere sert vurmaz, sakin fakat hızlı ve vakarlı yürür, meyilli bir yerden iniyormuş görünümü verirdi. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. Konuşmadığı zaman daha çok yere doğru bakar ve düşünceli görünürdü. Arkadaşlarıyla yürürken onları öne geçirir, kendisi arkadan yürürdü. Yolda karşılaştığı kimselere önce o selâm verirdi” (İbn Sa‘d, I, 422; Taberânî, XXII, 155-156; Beyhakī, II, 154-155; Heysemî, VIII, 273-274; ayrıca bk. HİLYE; ŞEMÂİL).

Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde dünya ve âhirette sadece Hz. Peygamber’e ve onun ümmetine bazı meziyetlerin verileceği belirtilmektedir. Bu özel durum Resûl-i Ekrem’in diğer peygamberlerden, insanlardan ve hatta meleklerden üstün olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Teâlâ’nın bütün peygamberlerden Resûl-i Ekrem’e inanmaları ve kendisine yardım etmeleri için söz alması (Âl-i İmrân 3/81), onu bütün varlıklara peygamber gönderip rahmet vesilesi kılması (el-Enbiyâ 21/107; Sebe’ 34/28), kendisini son peygamber olarak gönderip dini onunla tamamlaması (el-Ahzâb 33/40), varlığının sadece inananların değil inanmayanların da dünyada ilâhî azapla yok olup gitmesine engel olması (el-Enfâl 8/33, 34), Allah’ın insanlar içinde sadece onun adına yemin etmesi (el-Hicr 15/72), diğer peygamberlere adlarıyla hitapta bulunurken ona “nebî” ve “resûl” diye yüceltici bir üslûpla hitap etmesi (el-Mâide 5/41, 67; el-Enfâl 8/64, 65), sahâbîlerin ona birbirlerine seslenir gibi seslenmelerine izin vermemesi (en-Nûr 24/63), onun bütün günahlarını bağışlaması (el-Feth 48/2), kıyamete kadar değişmeyecek olan Kur’ân-ı Kerîm’i ona vermesi (el-Hicr 15/9), kendisini isrâ ve mi‘rac ile şereflendirmesi (el-İsrâ 17/1; en-Necm 53/3-18), âhirette en yüksek derece olan vesîle, fazîle ve makām-ı mahmûdu, vaat etmesi kendisine olan üstün muhabbetini ve ona verdiği şerefi göstermektedir.

Cenâb-ı Hak, Resûl-i Ekrem’in ümmetini en hayırlı ümmet kabul etmiştir (Âl-i İmrân 3/110). Ümmetine ganimetler helâl, yeryüzü temiz ve mescid kılınmış (el-Enfâl 8/68, 69; Buhârî, “Teyemmüm”, 1; Müslim, “Mesâcid”, 3), din konusunda kendilerine zorluk ve güçlük yüklenmemiş (el-Hac 22/78), en hayırlı gün olan cuma özellikle onlara tahsis edilmiş (el-Cum‘a 62/9; Buhârî, “Cumʿa”, 1; Müslim, “Cumʿa”, 17-22), yaptıkları az işe çok sevap verilmiş (Buhârî, “İcâre”, 11; “Enbiyâʾ”, 50), gönüllerinden geçen kötü düşünceler bağışlanmış (Buhârî, “Eymân”, 15; Müslim, “Îmân”, 201), yeryüzünün şahitleri sayılmış (el-Bakara 2/143; Buhârî, “Şehâdât”, 6; Müslim, “Cenâʾiz”, 60) ve namazda bağladıkları saflar meleklerin safları gibi değerli kabul edilmiştir (Müslim, “Mesâcid”, 4; ayrıca bk. HASÂİSÜ’n-NEBÎ).


Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi

EN ÇOK OKUNAN YAYINLARIMIZ: