İMAN NEDİR?

İman sözlükte, "bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak" anlamlarına gelir.

Terim olarak ise, 
Allah(c.c)'ın varlığına ve birliğine tereddütsüz inanmak ve Hz. Muhammed(s.a.v)'in Allah(c.c)'ın Peygamberi(elçisi) olduğunu ve O'na ilettiği vahyin tamamı olan Kur'an-ı Kerim'in de Allah(c.c)'ın Kitabı olduğunu kabul edip, içindekilerin hepsine gönülden inanmaktır.

Buna göre; imanın hakikati ve özü kalbin tasdikidir. Kalbin tasdiki imanın değişmeyen asli unsurudur. İmanla bilgi arasında çok yakın bir ilişki söz konusudur. Her inanan kişi, neye inandığını bilir, fakat her bilme inanmayı gerektirmez. İnanılacak esaslarla ilgili bilgiye iman denilebilmesi için, kişinin gönlünde ve kalbinde hür iradeye dayalı bir boyun eğişin, teslimiyetin ve tasdikin bulunması gerekir. İman edene sevap, etmeyene ceza verilmesinin dayanağı, kişinin gönülden bağlılığının ve tasdikinin bulunup bulunmamasıdır.

İmanın, bir kalp işi, kalbin tasdiki olduğunu gösteren ayetlerden bazıları şunlardır:

"Ey Peygamber, kalpleri iman etmediği halde, ağızlarıyla inandık diyenlerden ve yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin..." (Maide/41).

"Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar..." (Enam/125).


Görüldüğü üzere imanın esası, inanılacak şeyleri kalbin tasdik etmesidir. Bir kimse diliyle inandığını söylese bile kalbiyle tasdik etmezse mümin olamaz. Buna karşılık kalbiyle tasdik edip inandığı halde, dilsizlik gibi bir özrü sebebiyle inancını diliyle açıklayamayan veya tehdit altında olduğu için kafir ve inançsız olduğunu söyleyen kimse de mümin sayılır. "Kalbi imanla dolu olduğu halde (inkara) zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkar ederse ve kim kalbini kafirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır. Onlar için büyük bir azap vardır" (Nahl/106).

İmanın asli unsuru kalbin tasdiki olmakla birlikte kalpte neyin gizli olduğunu insanlar bilemediği için, kalpteki inancın dil ile söylenip açığa vurulması, o kişinin de dünyada bu söz ve ikrarına göre bir işleme tabi tutulması gerekmektedir. Bu sebeple ikrar, yani kalpte bulunan inancın dil ile ifade edilmesi, imanın bir parçası değil, adeta onun dünyevi şartıdır.

Kalplerde neyin gizli olduğunu ancak Allah(c.c) bilir. Bir kimsenin iman ettiği, ya kendisinin söylemesiyle veya cemaatle namaz kılmak gibi mümin olduğunu gösteren belli ibadetleri yapmasıyla anlaşılır. O zaman bu kimse mümin olarak tanınır, Müslüman muamelesi görür, Müslüman bir kadınla evlenebilir. Kestiği hayvanın eti yenir, zekat ve öşür gibi dini vergilerle yükümlü tutulur. Ölünce de cenaze namazı kılınır, Müslüman mezarlığına defnedilir. Eğer bir kimse inancını diliyle ikrar etmezse ona, Müslümana özgü bu tür hükümler uygulanmaz.

İmanda ikrarın çok önemli olduğunu Peygamber Efendimiz(s.a.v) şu hadisleriyle dile getirmişlerdir: 
"İnsanlar Allah'tan başka Tanrı yoktur. Muhammed O'nun elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse can ve mal güvenliğine sahip olurlar. Ancak kamu hukuku gereği uygulanan cezalar bundan müstesnadır. İç yüzlerinin muhasebesi ise Allah'a aittir" (Buhari, “Cihad”, 102; Müslim, “İman”, 8; Ebu Davud, “Cihad”, 104).

Dil ile ikrar bu derece önemli olduğu için genellikle iman, "Kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır" şeklinde tanımlanmıştır. Fakat imanı bu şekilde tanımlamak, kalbi ile inanmadığı halde inandım diyenin mümin olmasını gerektirmez. Bu konuda bir ayet-i kerimede, "İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde Allah'a ve âhiret gününe inandık derler" (Bakara/8) buyurulmuştur.

Gönülden inanmadığı halde, diliyle inandığını söyleyen kişi (kalpteki inanç ve ikrarı bilinemediği için) dünyada Müslüman gibi işlem görür. Fakat imanı bulunmadığı ve münafık olduğu için ahirette kafir olarak işlem görecek ve cehennemde ebedi kalacaktır.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı gibi kalbin tasdiki, imanın rüknü, olmazsa olmaz unsuru ve değişmez temelidir. Dilin ikrarı da, bu asıl ve gerçeğin tanınmasını sağlayan bir şarttır.


İCMALİ ve TAFSİLİ İMAN

İman, inanılacak hususlar açısından icmali ve tafsili iman olmak üzere ikiye ayrılır.

⦁ İcmali İman

İnanılacak şeylere kısaca ve toptan inanmak demektir. İmanın en özlü ve en kısa şekli olan icmali iman, tevhid ve şehadet kelimelerinde özetlenmiştir. İmanın ilk derecesi ve İslam'ın ilk temel direği budur. Gerçekte Allah'ı yegane Tanrı tanıyan, Hz. Muhammed'i O'nun peygamberi olarak kabullenen kişi, diğer iman esaslarını ve Peygamberimiz’in getirdiği dini de toptan kabullenmiş demektir. İnanılacak şeyler ayrı ayrı söylenmediğinden dolayı bu imana icmali (toptan) iman denmektedir. Mümin sayılabilmek için, icmali iman yeterli olmakla birlikte, İslam'ın diğer hükümlerini ve inanılması gerekli olan şeylerin her birini kişinin teker teker öğrenmesi zorunludur.

⦁ Tafsili İman

İnanılacak şeylerin her birine, açık ve geniş şekilde, ayrıntılı olarak inanmaya tafsili iman denilir. Tafsili iman üç derecede incelenir:

Birinci derece, Allah'a, Hz. Muhammed'in Allah'ın peygamberi olduğuna ve ahiret gününe kesin olarak inanmaktır. Bu, icmali imana göre daha geniştir. Çünkü burada ahirete iman da yer almaktadır.

İkinci derece, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, sevap ve azabın varlığına, kaza ve kadere ayrı ayrı inanmaktır. Tafsili imanın ikinci derecesi amentüde ifade edilen prensiplerdir.


Tafsili imanın üçüncü derecesi, inanılması zorunlu bulunan bütün inanç, ibadet, muamelat ve Ahlak hükümlerine inanmayı içermektedir. Bu dereceye ulaşmak, bize kadar tevatür yoluyla ulaştırılan Kur'an-ı Kerimin, Peygamberimiz(s.a.v) tarafından Kur'an'ın pratize edilmiş hali olan Sünnetin ve Sünnet'i teyit eden mütevatir hadislerin içerdiği emir ve hükümleri tüm detaylarıyla birlikte öğrenip tasdik etmeyi gerektirir. Müslüman olmayan bir kimse, icmali iman ile İslam'a girmiş olur; fakat ancak tafsili iman ile Müslümanın imanı yücelip, olgunlaşarak, sağlam temeller üzerine oturabilir.

TAKLİDİ ve TAHKİKİ İMAN

Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve adeta kişinin İslam toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii sonucu olarak gözüken imana taklidi iman denilir. Genel kabule göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişi imanını akli ve dini delillerle güçlendirmediğinden dolayı sorumludur. Taklidi iman, inkarcı ve sapık kimselerin ileri süreceği itirazlarla sarsıntıya uğrayabilir. Bunun için imanı, dini ve akli delillerle güçlendirmek gerekir. Çünkü deliller, ileri sürülecek şüphe ve itirazlara karşı imanı korur. Delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana ise tahkiki iman denir. Asıl olan her Müslümanın tahkiki imana sahip olması, neye, niçin ve nasıl inandığının bilincini taşımasıdır.

lk ayeti "Oku!" emriyle başlayan Kur'an'ın içeriği olan ayetler gibi İnsan da, evren de kısaca yaratılmış olan her şey ayetler topluluğunun birer parçasıdır ve bunların oluş kanunlarını araştırıp öğrenmek de ilimdir. Kur'an; ilâhi yasaları açıklamış, ancak varlıkların yaratılışı ile ilgili kanunları insanların akılları ile bulmalarını istemiştir.

Ankebut-20 deki emrin gereği olarak insan yeryüzüne öyle bir bakmalı ki, Rabbinin(c.c) İnsanları ve diğer birçok mahlukatı ilk baştan nasıl farklı tür, karakter ve kabiliyet üzere yaratmış, yeryüzünde ne kadar çeşit çeşit dağlar, dereler, denizler meydana getirmiş olduğunu anlasın; Bunları dikkatle seyredenler, elbette ilahi kudretin büyüklüğünü takdire mecbur olurlar.

Okunulan, görülen veya duyulan şeylerin üzerinde gereğince düşünmeden, okuduğunu, gördüğünü veya duyduğunu anlayıp iyice hazmetmeden ilim öğrenilemez. Yalnız okumakla yetinip, üzerinde gereğince düşünüp okuduklarını hazmedemeyenler maalesef o kitaptan hakkıyla istifade edemezler, ancak okuma hamallığını yapmış olurlar.

Kuranda onlarca ayet hala düşünmeyecek misiniz hala akletmeyecek misiniz diye sormaktadır. Bizce bunun anlamı araştırıp, düşünüp aklınızı kullanmayacak mısınız? Yani tahkiki iman sahipleri olmayacak mısınız? demektir.

Kuran'da akıl etmeden körü körüne yalnız kalbe göre şekillendirilmiş iman şeklini kınayan ve imanın akılla sorgulanmasını emreden birçok ayet bulunmaktadır. Aklını kullanmak, düşünmek öğrenmekle ilgili ayetler incelendiğinde Allah(c.c)'ın ayrım yapmadan tüm kullarından birer alim yani bilen olmayı istediğini görmekteyiz. O halde her mümin alim olmak için çalışıp gayret etmelidir. Çünkü ancak ilim yoluyla Allah(c.c)'ı daha iyi hakkıyla anlamış ve ona olan imanını güçlendirmiş olur.

En Doğrusunu Allah(c.c) Bilir.


Bismillahirrahmanirrahim.


Bakara-266 "...Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böylece açıklar."

Ali İmran-191 "Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler..."


Enfal-22 "Gerçek şu ki, Allah katında yaratıkların en kötüsü (tehlikelisi) aklını kullanmayan sağırlar ve dilsizlerdir."

Yunus-100 "...Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır!"

Nahl-12 "O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da Allah'ın emri ile hareket ederler. Şüphesiz ki bunlarda aklını kullananlar için pek çok deliller vardır."

Muminun-80 "... Hala aklınızı kullanmaz mısınız!"


Furkan-44 "Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yol bakımından onlardan daha şaşkındırlar."

Ankebut-20 "De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın..."

Ankebut-43 "İşte bu misaller var ya, Biz onları insanlar için getiriyoruz; fakat onlara ilim sahiplerinden başkasının aklı ermez."

Fatır-28 "...Kulları içinden ancak alimler, Allah'tan (gereğince) korkar. ..."


Hucurat-13 "...Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır..."

Yasin-62 "(Şeytana gelince,) o bir çoğunuzu saptırmıştır; neden aklınızı kullanmıyorsunuz?"

Yasin-68 "...hala akıllarını kullanmazlar mı?"

Sad-29 "Bu Kur’an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır."

Zümer-9 "...De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür."


Zümer-18 "Onlar sözü dinlerler ve sözlerin en güzeline uyarlar. İşte Allah'ın doğru yola ilettiği kimseler ve akılarını kullananlar bunlardır."

Fussilet-53 "Onun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın belgelerini onlara hem dış dünyada ve hem de kendi içlerinde göstereceğiz..."

Necm (29-30) "Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünya hayatından başka bir şey istemeyenlere aldırma. Bu onların ulaştıkları bilginin seviyesini gösterir..."

Kamer-22 "Andolsun ki; Biz, Kur'an'ı, düşünmek için kolaylaştırdık. Düşünüp öğüt alan var mı?"

Cuma-5 "Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir..."


Mülk-10 "Suçlular 'Keşke o uyarıcıları dinleseydik veya aklımızı kullansaydık. Şimdi burada yakıcı ateşin içinde olanlardan olmazdık' derler."

Şüphesiz Allah(c.c) Doğruyu Söyledi.

MÜMİN KİME DENİR?

Allah(c.c)'a, Hz.Peygamber'e ve O'na indirilen Kur'an'ın Allah(c.c)'ın Kitabı olduğuna yürekten inanıp, içindekilerin tamamını kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Müminler ahirette cennete girecekler, orada pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Müminlerin ebedi cennetlik olacağına dair Kur'an'da pek çok ayet vardır.

İMAN ile AMEL ARASINDAKİ BAĞ

Amel, iradeye dayalı iş, davranış ve eylem demektir. Esasen tasdik ve ikrar da birer ameldir. Ancak amel deyince daha çok kalp ve dil dışında kalan organların ameli anlaşılmaktadır. Bu durumda iman ile amel birbirinden ayrı şeyler olmasına, amelin imanın bir parçası olmamasına rağmen, her ikisi arasında çok sıkı bir bağ ve ilişki bulunmaktadır.

⦁ Amel İmanın Ayrılmaz Parçası Değildir

Genel kabule göre amel imanın parçası, rüknü ve olmazsa olmaz unsuru değildir. Bu sebeple bütün dini esasları kalpten benimsemiş fakat çeşitli sebeplerle buyrukları yerine getirmemiş veya yasakları çiğnemiş olan kimse, işlediği günahı helal saymadığı müddetçe mümin sayılır. Çünkü;


⦁ Kur'an-ı Kerim'de "İman edenler ve salih amel işleyenler..." diye başlayan pek çok ayet vardır (Bakara/277; Yunus/9; Hud/23). Bu ayetlerde iman edenlerle salih amel işleyenler ayrı ayrı zikredilmiştir. Eğer amel imanın bir parçası olsaydı, "iman edenler" denildikten sonra bir de "salih amel işleyenler" denmesine gerek olmazdı.

⦁ Bazı ayetlerde iman, amelin geçerli olabilmesi için şart kılınmıştır. Mesela: "Her kim mümin olarak iyi işler yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar" (Taha/112) buyurulmuştur. Eğer iman ile amel aynı şey veya amel imanın parçası olsaydı, o zaman ayrı ayrı zikredilmezdi ve iman, amelin geçerli olmasının şartı sayılmazdı.

⦁ Bazı ayetlerde de büyük günahın imanla birlikte bulunabileceği ifade edilmiştir. Bunlardan birinde: "Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin..." (Hucurat/9; ayrıca bk. Bakara/178; Tahrim/8) denilmiş, büyük günah sayılan öldürme fiilini işleyerek ameli terk eden kişilerden "müminler" diye söz edilmiştir.


⦁ Amelin Gerekliliği Takva ve İmanla Olan İlgisi

Amel ile iman arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kur'an-ı Kerim'in birçok ayetinde iman ile sahih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin salih amelleri işleyerek maddi ve manevi gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir. Çünkü düşünce ve kalp alanından eylem ve hareket alanına çıkamamış olan iman, meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden parlaması, giderek gücünü artırması salih amellerle mümkün olabilir. İnsan sadece inanılması gerekli şeyleri tasdik eder, ameli umursamayan bir tavır sergileyip yasakları çiğnerse; Allah(c.c)'a olan bağlılığı yavaş yavaş azalır, günün birinde kalbindeki iman ışığı da sönüp gider.


Sonuç olarak salih amelin, hem müminin bu dünyada güzel bir hayat yaşaması ve hem de ahiret yurdunda cehennem azabından kurtularak sonsuz nimetlere ulaşmasına vesile olması bakımından önemi çok büyüktür. Kur'an'a göre bunun yapılabilmesi ise ancak; günahlardan sakındıracak düzeyde, Allah(c.c)'a karşı sorumluluk bilinci demek olan takvayla mümkün olabilir. Allah(c.c)'ın vaat ettiği sonsuz nimetlere kavuşmak için, takvanın gerekli olduğunu bildiren bazı ayetler şunlardır:

En doğrusunu Allah (c.c) bilir.

Bismillahirrahmanirrahim.

Bakara-177 "İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir."

Bakara-297 "...Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. (Ahiret için) azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma)dır. Ey akıl sahipleri, bana karşı gelmekten sakının.

Ali İmran (131-136) “Kafirler için hazırlanmış bulunan ateşten sakının! Allah'a ve Resul'üne itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız. Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever...”

Nisa-131 "Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere de, size de “Allah’a karşı gelmekten sakının” diye tavsiye ettik..."

Maide-55 "Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Resulüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekatı veren müminlerdir."

Araf-26 " Ey Adem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi indirdik; fakat takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Gerek ki, düşünüp ibret alırlar."

Tevbe-71 "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler..."

Yunus (62 -64) "Açın gözünüzü! Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar. Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır. Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah'ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur."

Yusuf-57 "İman edip takva yolunu tutanlar için elbette ahiret mükafatı daha hayırlıdır."

Rad-35 "Takva sahiplerine va'dolunan cennetin misali şöyledir Altından ırmaklar akar, yemişleri devamlıdır, gölgesi de... İşte bu, takva yolunu tutanların akıbetidir. Kafirlerin sonu ise ateştir."

Hicr-45 "Elbette takva sahipleri, cennetlerde ve pınarlar içinde olacaklardır."

Nahl-30 "Takva sahiplerine 'Rabbiniz ne indirdi?' diye sorulunca, 'İyilik' diye cevap verirler. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne hoştur! Onlar altından ırmaklar akan Adn Cennetlerine girerler; orada diledikleri her şey onlarındır. Takva sahiplerini Allah işte böyle ödüllendirir."

Nahl-32 "Takva sahipleri o kimselerdir ki, melekler, canlarını hoş ve rahat halde alırlar. «Selam size, yapmış olduğunuz güzel işlerin mükafatı olarak girin cennet'e...» derler."

Nahl-97 "Kadın olsun erkek olsun, her kim mümin olarak salih amel işlerse, biz onu (dünyada) mutlaka çok güzel bir hayat ile yaşatırız. (Ahirette ise) mükâfatlarını yaptıklarının en güzeli ile ödeyeceğiz."


Meryem (71-72) "(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra takva sahiplerini kurtarırız ve zalimleri diz üstü bırakırız."

Meryem (85-86) "O gün, takva sahiplerini, heyet olarak Rahman'ın huzuruna toplayacağız. Suçluları da susuz olarak cehenneme süreceğiz."

Meryem (96-97) "İman edip, salih amel işleyenler var ya, Rahman (olan Allah) onları (gönüllere) sevdirecektir. Biz, o Kur'an'ı sadece onunla takva sahiplerini müjdelemen ve inat edenleri de korkutman için senin dilinle kolaylaştırdık."

Taha-132 "Ailene namazı emret. Kendin de ona sabırla devam et. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırıyoruz. Sonuç takva (sahipleri)nindir. "

Hacc-41 "Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekatı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır."

Mü'minun (1 -11) "Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir, Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler, Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler, Ve onlar ki, iffetlerini korurlar..."

Furkan-15 "Deki “Bu cehennem ateşimi daha hayırlı? Yoksa sakınıp korunanlara vaat edilen, yaptıklarının karşılığında dönecekleri yer olan, sürekli kalacakları cennet mi daha hayırlı?"

Şuara (89-91) "Ancak Allah'a temiz bir kalple gelenler o günde (kurtuluşa erer). (O gün) cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir."

Kasas-83 "İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir."

Secde (15-17) "Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler. Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibadet ettikleri için), vücutları yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarının karşılığında onlar için göz aydınlığı olacak ne ödüller saklandığını hiç kimse bilemez."

Zümer-10 "Tarafımdan söyle: «Ey iman eden kullarım, Rabbinize takva ile sığının. Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Allah'ın toprağı geniştir. Ancak sabredenler mükafatlarına hesapsız erdirilir.»

Zümer (33-35) "Doğruyu getiren ve onu tasdik edene gelince, işte onlar kötülükten korunan müttakilerdir. Onlara, Rablerinin yanında ne dilerlerse vardır. İşte bu, iyilik yapanların mükafatıdır. Çünkü Allah, onların önceden yaptıklarının en kötüsünü bile silip bağışlayacak ve yapmakta oldukları güzel amellerin en güzeline göre mükafatlarını kendilerine verecektir."

Zümer (55-58) "Siz farkında bile değilken, o azabın size ansızın gelmesinden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) tabi' olun! Ta ki bir nefis: 'Allah hakkında işlediğim kusurlardan dolayı yazıklar olsun bana! Gerçekten (ben) alay edenlerdendim' demesin! Yahut: 'Doğrusu Allah beni hidayete erdirmiş olsaydı, elbette (ben de) takva sahiblerinden olurdum' demesi(nden) yahut azabı gördüğü zaman: 'Keşke benim için gerçekten bir kere daha (dünyaya dönüş) olsaydı da iyilik edenlerden olsaydım!' demesi(nden evvel Kur’an’a tabi' olun)"

Zümer-61 " Allah, takva sahiplerini esenliğe kavuşturup kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar."

Muhammed-15 "Takva sahiplerine vaadedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını 'parça parça koparan' kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?"

Hucurat-13 "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık. Haberiniz olsun ki, Allah katında en şerefliniz, en takvalınızdır. Muhakkak ki, Allah, bilendir, her şeyden haberdardır."

Kaf (30-34) "O gün cehenneme «Doldun mu?» deriz. O da «Daha var mı?» der. Cennet de takva sahiplerine yaklaştırılır..."

Müddesir (39-47) Ancak sağdakiler başka. Onlar cennetler içinde sorarlar. Günahkarların durumunu: "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, (Batıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk, Ceza gününü de yalan sayıyorduk, Sonunda bize ölüm geldi çattı.

Kıyamet (26-36) "Hayır hayır, ne zaman ki can köprücük kemiklerine dayanır, Tedavi edebilecek kimdir?" denilir. Can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anlar. Bacak bacağa dolaşır. İşte o gün sevk, ancak Rabbinedir. Fakat o, ne sadaka verdi, ne namaz kıldı. Ancak yalanladı ve yüz çevirdi. Sonra da çalım sata sata ailesine gitti. Gerektir o bela sana, gerek. Evet, gerektir o bela sana gerek. İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?

Şüphesiz Allah(c.c) Doğruyu Söyledi. 

İMANIN GEÇERLİ OLMASININ ŞARTLARI

İmanın geçerli olabilmesi ve sahibini ahirette ebedi kurtuluşa erdirebilmesi için şu şartları taşıması gerekir:

⦁ İmanın dünyada hür iradeye dayalı bir tercih olması, baskı, tehdit veya dünya hayatından ümit kesme (yes) durumunda gerçekleşmemiş bulunması gerekir. Daha önce mümin olmayan bir kimsenin, hayattan ümidini kestiği son nefesinde uğrayacağı azabı farkedip “iman ettim” demesi halinde, onun bu imanı geçerli olmaz. Bir ayette "Artık o çetin azabımızı gördükleri zaman ‘Allah'a inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik’ derler. Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah'ın kulları hakkında süregelen kanunu budur. İşte kafirler burada hüsrana uğramışlardır" (Mümin/84-85) buyurulmuştur.

⦁ Mümin, iman esaslarından birini inkar anlamına gelen tutum ve davranışlardan kaçınmalıdır. Mesela Allah Teala'yı ve bütün peygamberleri tasdik edip de Hz.Muhammed'in peygamberliğine inanmayan yahut farz veya haram olduğu kesin olarak bilinen bir hükmü, mesela namazın farz, şarap içmenin haram olduğunu kendi hür iradesiyle inkar eden, yahut alaya alan, puta, haça ve benzeri şeylere tapan bir kimseye mümin denilemez.

⦁ Mümin Allah(c.c)'ın rahmetinden ne ümitsiz ne de emin olmalıdır. Korku ile ümit arasında bulunmalıdır. Müminin "Nasıl olsa imanım var, o halde muhakkak cennete giderim" düşüncesiyle kendinden emin olması veya "Çok günah işledim, ben muhakkak cehennemliğim" diye Allah(c.c)'ın rahmetinden ümit kesmesi imanını kaybetmesine sebep olabilir. Bu konuda Kur'an'da şöyle buyurulur: "Doğrusu kâfirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez" (Yusuf/87), "Fakat büyük zararı göze alanlar topluluğundan başkası Allah'ın azabından (azabının olmayacağından) emin olmaz" (Araf/99).

İMAN İSLAM İLİŞKİSİ

İslam sözlükte, itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, esenlikte kılmak anlamlarına gelir. Terim olarak ise İslam, yüce Allah(c.c)'a itaat etmek; Hz.Peygamber'e indirilen Kur'an'ın içindekilerin hepsini kalp ile tasdik edip, dil ile söylemek ve inandıklarını 
Hz.Peygamber'in örnekliğinde yaşamak suretiyle benimsediğini göstermektir.

Kur'an-ı Kerim'de iman ile İslam, bazen aynı bazen farklı anlamda kullanılmıştır. İman ile İslam aynı anlamda kullanılırsa bu durumda İslam kelimesi, İslam'ın gerekleri olan hükümlerin dinden olduğuna inanmak, İslam'ı bir din olarak benimsemek ve ona boyun eğmek manasına gelir. İslam çok geniş bir kavramdır ve teslimiyet demektir. Teslimiyet ise üç türlü olur. Ya kalben olur ki, bu kesin inanç demektir. Ya dille olur ki, bu da ikrardır. Ya da organlarla olur ki, bunlar da amellerdir. İşte İslam'ın üç şeklinden biri olan kalbin teslimiyetine ve bağlılığına iman denilir. Şu ayette iman ile İslam aynı anlamda kullanılmaktadır: "...Ancak âyetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin" (Neml/81). Eğer iman ile İslam aynı anlamda kullanılırsa, o zaman her mümin müslimdir, her müslim de mümindir.

İman ile İslam'ın farklı kavramlar olarak ele alınması durumunda her mümin, Müslüman olmakta, fakat her Müslüman, mümin sayılmamaktadır. Çünkü bu anlamda İslam, kalbin bağlanışı ve teslimiyeti değil de, dilin ve organların teslimiyeti, belli amellerin işlenmesi demektir. Bu durumda İslam daha genel bir kavram, iman daha özel bir kavram olmaktadır. Mesela münafık, diliyle Müslüman olduğunu söyler, buyrukları yerine getiriyormuş izlenimi 
verir, fakat kalbiyle inanmaz. Münafık gerçekte inanmadığı halde, dünyada Müslümanmış gibi gözükebilir. Şu ayet-i kerimede iman ile İslam ayrı kavramlar olarak geçmektedir: "Bedevîler "inandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz ama "İslam olduk." deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi..." (Hucurat/14).

BÜYÜK GÜNAH KAVRAMI VE TÖVBE

Arapça'da kebire (çoğulu kebair) kelimesi ile ifade edilen büyük günah, bozgunculuğa sebep olan, hakkında tehdit edici bir ayet bulunan, işleyenin dünyada veya ahirette cezalandırılmasına sebep olan büyük suçlar ve davranışlara denir.

Günahların en büyüğü Allah(c.c)'a şirk koşmak ve O'nu inkar etmektir (küfür). Kalbinde inancı olduğu halde inancını diliyle söyleyen, fakat çeşitli sebeplerle ameli terk eden, dolayısıyla şirk ve küfür dışındaki büyük günahlardan birini işleyen (fasık ve facir) kimse, işlediği günahı helal saymadığı sürece mümindir. Bu kimse yaşadığı sürece tövbe etmese dahi; yüce Allah(c.c) bu kimseyi ahirette dilerse affedeceğini bildirmiştir (bkz. Nisa/116).

Zumer-53 ncü ayette her günahın tövbe edildiği taktirde bağışlanacağı buyrulmuştur. Buna şirk de dahildir. Nisa-116 ncı ayette Allah(c.c)’ın asla bağışlamayacağını buyurduğu şirk, tövbe etmeden ölenlerin şirkidir. Bakara( 161-162-217), Ali İmran-91 ve Muhammed-34 ncü ayetleri bu gerçeğe delil olarak gösterilebilir. Bu ayetlerde tüm inkarcıların "kafir olarak ölmeleri" halinde affedilmeyeceği buyrulmaktadır.

En doğrusunu Allah (c.c) bilir.

Bismillahirrahmanirrahim.

Bakara (161-162) "(Ayetlerimizi) inkar etmiş ve kafir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir.Onlar ebediyen lanet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır."

Bakara-217 "...Sizden her kim dininden döner de kafir olarak ölürse, onların yaptığı ameller dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Ve onlar Cehennem ehlidirler. Onlar orada ebedi kalacaklardır."

Ali İmran-91 "Şüphesiz inkar edip kafir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur."

Nisa-116 "Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır."

Taha-74 "Şüphesiz, kim Rabbine günahkar olarak varırsa, kesinlikle ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de yaşar."

Zumer (33-35) "Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler, işte onlar takvâ sahipleridir. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, muhsinlerin mükafatıdır. Allah bununla onların yaptıklarının en kötülerini bile örtecek ve yaptıklarının en güzeli ile mükafatlarını verecektir."

Zumer-53 "De ki: Ey nefisleri aleyhine haddini aşmış olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Hiç kuşkusuz, O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.

Muhammed-34 "Şüphesiz ki, inkar edip, Allah yolundan saptıran, sonra da kafir olarak ölenlere gelince Allah onları asla bağışlamayacaktır."

Şüphesiz Allah(c.c) Doğruyu Söyledi.


İMAN ESASLARI

İslam dininin iman esasları ilmihal kitaplarında amentü terimiyle ifade edilir. Arapça amene fiilinin birinci tekil şahsı olan amentü, "inandım" demektir. Terim olarak, iman esaslarını kısa ve öz olarak ihtiva eden metni ifade etmek için kullanılır. Amentünün metni şudur: "Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve resülihi vel yevmil ahiri ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala vel basü badel mevti hakkun. Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhü ve rasulüh" (Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inandım. Öldükten sonra diriliş haktır. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim).


Kur'an-ı Kerim'de İmanın Şartlarını içeren birçok ayet mevcuttur; Örnek olması bakımından aşağıdaki ayetler sunulmuştur.

En doğrusunu Allah (c.c) bilir.

Bismillahirrahmanirrahim.

Nisa-136 "Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur."


Kamer-49 "Hiç şüphesiz, biz her şeyi bir kader ile yarattık."

Hadid-22 "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır."


İnsan-30 "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Doğrusu Allah, bilendir, Hakim'dir."

Şüphesiz Allah(c.c) Doğruyu Söyledi.

Abdullah b. Ömer'in, babası Hz. Ömer'den rivayet olunmuştur ki:

"Bir gün Resulullah (s.a.v)'in yanında bulunduğumuz sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıkageldi. Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor, bizden de kendisini kimse tanımıyordu. Doğru peygamber (s.a.v.)'in yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:

"Ya Muhammed! Bana İslam'ın ne olduğunu söyle" dedi. Resulullah (s.a.v): "İslâm; Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gücün yeterse Beyt'i hac etmendir" buyurdu. O zat: "Doğru söyledin" dedi. Babam dedi ki: "Biz buna hayret ettik. Zira hem soruyor, hem de tasdik ediyordu."

"Bana imandan haber ver" dedi. Resulullah (s.a.v): Allah a, Allah'ın meleklerine kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanman, bir de kadere, hayrına şerrine inanmandır" buyurdu. O zat yine: "Doğru söyledin" dedi.


Bu sefer: "Bana ihsandan haber ver" dedi. Resulullah (s.a.v): "Allah'a O'nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen onu görmüyorsan da, o seni muhakkak görür" buyurdu.

O zat: "Bana kıyametten haber ver" dedi. Resulullah (s.a.v) "Bu meselede kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir" buyurdular.

"O halde bana alametlerinden haber ver" dedi. Peygamber (s.a.v): "Cariyenin kendi sahibesini doğurması ve yalın ayak, çıplak, yoksul koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış ettiklerini görmendir" buyurdu.


Babam dedi ki: Bundan sonra o zat gitti. Ben bir süre bekledim. Sonunda Allah Resulü bana: "Ya Ömer! O soru soran zatın kim olduğunu biliyor musun?" dedi. "Allah ve Resulü bilir" dedim. "O Cibril'di. Size dininizi öğretmeye gelmişti" buyurdular. (Buhari, İman 1; Müslim, İman 1)

Kaynak:
Kur'an-ı Kerim, Sünnet (tevatür yoluyla günümüze kadar taşınmış, Ümmetin malumu olan Peygamberimiz(s.a.v)'in uygulamaları), Sünnet'i teyit eden ve Kur'an'la çelişmeyen mütevatir hadisler ışığında hazırlanmıştır.

EN ÇOK OKUNAN YAYINLARIMIZ: