KUR'AN'IN BİLİMSEL MUCİZELERİ


                                                                 
EVRENİN GENİŞLEMESİ

Kur’an-ı Kerim tam 1400 sene önce evrenin genişlediğinden haber vermektedir. Zariyat suresinin 47 nci ayetinde şöyle buyrulmaktadır: "Biz göğü kudretimizle bina ettik ve şüphesiz biz onu genişletiyoruz."

GÖKLERİN VE YERİN BİRBİRİNDEN AYRILMASI

"Evrenin nasıl meydana geldiği?" konusu bilim adamları tarafından her zaman en çok merak edilen ve üzerinde en çok konuşulan konulardan biri olmuştur. Şu an üzerinde ittifak edilen ve geniş şekilde kabul gören teori Big Bang yani Büyük Patlama teorisidir. Big Bang, evrenin yaklaşık 13,7 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktanın patlaması sonucu meydana geldiğini savunan bir teoridir. Big Bang modeline göre, evren genişlemeden önceki bu ilk durumundayken aşırı derecede yoğun ve sıcak bir halde bulunuyordu. Yani alem tek bir nokta idi. Daha sonra Big Bang denilen büyük bir patlamayla birbirinden ayrılarak şu andaki şeklini aldı.

Kur'an'da "De ki: Felakın Rabbine sığınırım." (Felak/1) buyrulmaktadır. Bu Ayette geçen "felak" sözcük olarak "yarıp çıkaran" demektir. Çok şiddetli patlama anlamında kullanılan "infilak" kelimesinin de "felak" sözcüğü ile aynı kökten türemiş olması dikkate şayandır. Ancak 19 ncu yüzyılda ulaşabilen bu bilgiyi Kur’an 1400 sene önce haber vermektedir. Şöyle ki; Enbiya Suresinin 30 ncu ayetinde şöyle buyrulmuştur: "O inkar edenler görmüyorlar mı ki göklerle yer birbiriyle bitişik iken biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı?"

ATMOSFERİN VE YERİN KATMANLARI

Kur'an'da, "Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır..." (Talak/12) buyrulmaktadır. Başka bir ayette ise, "Allah'ın yedi kat göğü nasıl birbiriyle uyumlu tabakalar halinde yarattığını görmüyor musunuz? Onların içinde ayı bir nur kılmış, güneşi de bir kandil yapmıştır." (Nuh/15-16) buyrulmaktadır. Nuh Suresinin 15-16 ncı ayetlerinde, göğün birbiriyle uyumlu tabakalar halinde olduğu ay ve güneşin de bunların içinde bulunduğu belirtilerek "görmüyor musunuz?" denmesi; bu katmanların müşahade edilebilir olduğunu göstermektedir. Nitekim günümüz itibariyle bilim, atmosferin ve yerin katmanları olduğunu ortaya koymuştur.

KORUYAN GÖK

Atmosfer dünyamızı çepeçevre kuşatan çeşitli gazlardan oluşmuş, kilometrelerce kalınlıkta bir gaz okyanusudur. Yaşam için hayati birçok fonksiyonu yerine getirirken diğer taraftan da meteorlara, gök taşlarına, zararlı ışınlara ve uzayın dondurucu soğuğuna karşı dünyamızı korumaktadır. Atmosferin yanı sıra "Van Allen Kuşakları" denilen, dünyanın manyetik alanından kaynaklanan bir tabaka da güneşten ve diğer yıldızlardan dünyaya gelen öldürücü kozmik ışınlara karşı koruyucu bir kalkan görevi görür.Allah(c.c), bu gerçeği asırlar önce Kur'an'da şu ayetiyle haber vermiştir: "Biz gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise O'nun ayetlerinden yüz çeviriyorlar." (Enbiya/32)

GERİ DÖNDÜREN GÖK

Bilimsel çalışmalar neticesinde, atmosferin her tabakasının kendisine ulaşan madde veya ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliğinin olduğu anlaşılmıştır. Örneğin troposfer tabakası yükselen su buharının yoğunlaşıp yağış olarak yere geri dönmesini; iyonosfer tabakası, yayınlanan radyo dalgalarının dünyanın uzak bölgelerine yansıtılmasını ve manyetosfer tabakası ise güneşten gelen zararlı yüklü parçacıkların ve kozmik ışınların geri dönmelerini sağlar.

Kur'an'da Tarık Suresinin 11 nci ayetinde, "Dönüşlü göğe and olsun." buyrularak çağlar öncesinden bu gerçeğe dikkat çekilmiştir. Şüphe yok ki Kur'an'ın indirildiği dönemde, bir beşerin böyle bir bilgiye sahip olması hem aklen ve hem de ilmen mümkün değildir. Bu apaçık bir mucizedir. Bunun aksini ancak akıl ve anlayış sahibi olmayanlar iddia edebilir.

YARILAN YER

Fayların varlığı, ikinci dünya savaşından sonra bilim adamlarının değerli madenlere ulaşmak için deniz altı araştırmalarına hız vermeleri neticesinde anlaşılabilmiştir. Oysa Tarık Suresinin 12 nci ayetinde, "Yarılan yeryüzüne and olsun." buyrularak 1400 sene öncesinden fay hatlarına dikkat çekildiği anlaşılmaktadır

DÜNYANIN YUVARLAK OLUŞU

Kur’an asırlar önce dünyanın yuvarlak oluşuna şu ayetle işaret etmektedir. "O, Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp örtüyor gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor." (Zümer/5) Bu ayetde "sarıyor" diye çevrilen kelimenin Arapçası "kevvera"dır. Bu kelime Türkçedeki "küre" kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Bu fiil Arapçada yaygın olarak "başa sarık sarmayı" ifade etmek için kullanıldığı gibi, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak" için de kullanılır.

Dünya’nın yuvarlaklığına işaret eden başka bir ayette ise şöyle buyrulmuştur "Bundan sonra yeryüzünü serip döşedi." (Naziat/30) Bu ayette, "serip döşedi" olarak çevrilen kelime "deha" kelimesidir. "Deha" kelimesi yaymak anlamına gelen "dahv" kökündendir. Dahv kelimesi döşemek, düzeltmek anlamlarına gelse de yuvarlak olarak düzeltmek, döşemek fiillerini tarif etmek için de kullanılmaktadır. "Dahv" kelimesinden türeyen başka kelimelerde de yuvarlaklık anlamı mevcuttur. Örneğin topla, cevizle oynanan oyunlar ve deve kuşu yumurtası bu kelimeyle ifade edilmektedir. Dünya da yumurtayı andırır şekilde yuvarlak olup, kutuplardan basık geoit şeklindedir.

DÜNYANIN DÖNÜYOR OLUŞU

Kur'an'da "Sen dağları görürsün de, yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır." buyrulmaktadır. Ayette hem dağların yeryüzüyle birlikte döndüğüne ve hem de Dünyanın dönüş yönüne işaret edilmektedir. Bilindiği üzere ana bulut kümelerinin hareket yönü daima batıdan doğuya doğrudur. Bulut kümelerinin bu istikamette sürüklenmesinin asıl sebebi, dünyanın dönüş yönüdür. Çünkü dünya da batıdan doğuya doğru dönmektedir. Bilimin yakın zamanlarda tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kur'an’da asırlar öncesinden haber verilmiştir. Dünyanın döndüğüne dair bir ayet de şöyledir: "Allah, geceyi ve gündüzü döndürüp duruyor Şüphesiz bunda basiret sahibi olanlar için bir ibret vardır." (Nur/44)

YÖRÜNGELERİN VAR OLUŞU

Güneşin sabit olmadığı ve dünyanın hareket etmekte olan güneşin etrafında döndüğü, Ancak asrımızda anlaşılabilmiştir. Bu tespite göre güneş, gezegenleri ile birlikte Solar Apex adı verilen bir yörünge boyunca Vega Yıldızı'na doğru hareket etmektedir. bu buluş Kur’an’da 1400 yıl önceden şu ayetlerle açıklanıyordu: "Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir..." (Yasin/38) "Ne güneş aya yetişip çarpar ne de gece gündüzü geçebilir, onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler." (Yasin/40)

Güneş ve ayla ilgili şu ayetlerdeki bilgiler de Kur'an'ın mucizelerindendir: "Güneşe ve onun aydınlığına, onu izleyen aya andolsun." (Şems/1-2) "Ve ayı onların içinde bir nur, güneşi de kandil yaptı." (Nuh/16) ilk ayette izlemek olarak çevrilen "telaha" kelimesi bağımlı olmayı, uyup ardınca gitmeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla 1400 yıl önce Kur'an, ayın müstakil olmayıp güneş sisteminin bir parçası olduğunu haber vermektedir. Sonraki ayetlerde ise ayın ışığının nur olduğu ifade edilerek, aslında onun bir ışık kaynağı olmadığı; güneşten aldığı ışığı yansıttığı vurgulanmaktadır. Hiç şüphesiz Peygamber Efendimiz(s.a.v)'in yaşadığı bölge ve zamanda insanların bunlardan haberi yoktu. Bu bilgilere ancak asırlar sonra ulaşılabilmiştir.

KIRMIZI GÜL ŞEKLİNDEKİ NEBULALAR

Kur'an'da şöyle buyrulmaktadır: "Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman." (Rahman/37) Gerçekten de günümüzde yapılan uzay araştırmaları sonucunda bilim adamları tıpkı ayette ifade edildiği gibi erimiş bir yağ gibi kıpkırmızı gül renginde bir nebula keşfetmişlerdir. Tıpkı bir güle benzediği için bu nebulaya bilim adamları tarafından, gülü andıran gaz bulutu anlamına gelen Rosette Nebula adı konmuştur.

PARMAK İZLERİNİN FARKLI OLUŞU

Kur'an'da "İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor? Evet! Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kadiriz." (Kıyamet/3-4) buyrulmaktadır. Ayette insanın yaratılışındaki detaylar noktasında özellikle parmak izine dikkat çekilmesi dikkate şayandır. Zira parmak uçlarındaki çizgilerin her insanda farklı olduğu, 1856 yılında Genn Ginsen adındaki bir İngiliz tarafından keşfedilmiştir.

EVRENİN SONLU OLMASI

Kuranın indiği dönemde evrenin bir gün son bulacağı bilinmiyordu. Oysa günümüzde artık pek çok bilim adamı sadece bilimsel veriler ve araştırmalara dayanarak evrenin bir gün kesin olarak yok olacağı noktasında birleşmekte ve bu sonun nasıl olacağına dair bilimsel teoriler üretmektedirler. Bunların öne çıkanlarından biri olan Büyük Çöküş (Big Crunch) teorisine göre evren, belli bir genişliğe ulaştıktan sonra

kütle çekiminin etkisiyle kendi içine çökecektir. Bunların devamında ise evren, başlangıçtaki tekil haline geri dönecektir. Evrenin sonu ile ilgili olarak özetlediğimiz bu teorinin Kur'an'daki kıyameti anlatan şu ayetlerle paralellik arz etmesi dikkate şayandır: "Güneş ve Ay bir araya getirildiği zaman;" (Zümer/67) "Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu biz yaparız." (Enbiya/104)

ZAMANIN İZAFİLİĞİ

Kur'an'da, "Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O'na yükselir." (Secde/5) "Melekler ve Ruh(Cebrail) ona süresi elli bin yıl olan bir günde yükselir." (Mearic/4) buyrulmaktadır. Ayetlerden değişik durumlarda gün kavramının değişeceği; bir günün bir yerde yirmidört saate, bir yerde bin yıla, bir yılda elli bin yıla eşit olabileceği anlaşılmaktadır. Kuran'ın asırlar öncesinden bize verdiği bu bilgi, zamanın izafi olduğunu ileri süren bilimsel bir teoriyi akla getirmektedir. Bilindiği üzere bu görüş, Einstein tarafından ortaya konan meşhur izafiyet teorisine aittir. Bu fizik teorisinin bu ayetlerle bu düzeyde örtüşmesi akıllara durgunluk vericidir.

GÖĞE YÜKSELDİKÇE GÖĞSÜN DARALMASI

Yerden yukarıya doğru çıkıldığında atmosfer basıncı ve oksijen azaldığından, yükselen kişide daralma hissine neden olur. Kur'an'da bu hususa şöyle işaret edilmiştir. "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar..." (Enam/125) Bu ayet de Kur'an'ın beşer sözü olamayacağının en çarpıcı delillerindendir. Zira Kuran’ın vahyedildiği dönemde bu durumun deneyimlenmiş olması mümkün değildi.

DAĞLARIN KÖKLERİNİN OLMASI

Kur'an'da dağların yeryüzündeki işleviyle ilgili olarak, "Biz, yeryüzünü bir döşek dağları da birer kazık yapmadık mı?" (Nebe/6-7) "O, sizi sarsmaması için yere sağlam dağlar yerleştirdi..." (Nahl/15) buyrulmaktadır. Ancak yakın zamanda dağların yüksekliklerinden daha fazla derine inen kökleri olduğu tespit edilebilmiştir. Sadece bir çıkıntıdan ibaret olduğu sanılan bir çağda, dağların köklerine ve yeryüzünün sarsılmasını önlemedeki rolüne işaret edilmesi bir mucizedir.

DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI

Kur'an'da "İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahman/19-20) buyrulmaktadır. Ayetler denizler hakkında akıllara durgunluk verecek bir bilgi vermektedir. Zira İki deniz arasında bir dikey su tabakası engeli oluştuğu, ancak son keşiflerde ortaya çıkarılabilmiştir.

Başka bir ayette ise "O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır." (Furkan/53) buyrularak bu duruma neden olan şey açıklanmıştır. Şüphesiz denizlerin birbirine karışmadığı bilgisi kadar, karışmama sebebinin de asırlar önce haber veriliyor olması başlı başına ayrı bir mucizedir.

DENİZLERİN ALTINDAKİ KARANLIK VE DALGALAR

İnkar edenler hakkındaki bir ayet şöyledir: "Yahut (onların amelleri) engin bir denizdeki karanlıklar gibidir. Onun üstünü bir dalga bürümüştür, onun üstünde bir dalga onun üstünde de bir bulut vardır. Birbiri üstüne (yığılmış halde) karanlıklar. Elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Allah kime nur vermemişse artık onun için nur yoktur." (Nur/40) Ayetteki benzetme olağanüstüdür; çünkü derin denizlerin zifiri karanlık olduğu, ancak yakın zamanda gözlemlenebilmiştir. Bu Ayetteki diğer bir mucize ise denizlerin altında üst üste dalgalar olduğunu haber vermesidir. Yoğunluk farkından dolayı oluşan bu iç dalgalar, yirminci yüzyılın başında keşfedilmiştir.

BULUTLARIN VE BİTKİLERİN AŞILANMASI SUYUN SAĞLANMASI

Kur'an'da "Biz, rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik, gökten su indirip onunla sizin su ihtiyacınızı karşıladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz." (Hicr/22) "Görmedin mi, Allah gökten su indirdi de onu yeryüzündeki kaynaklara ulaştırdı..." (Zümer/21) buyrulmaktadır. Ayetlerdeki rüzgarın aşılayıcılığına ve yeraltı sularının nasıl oluşturulup depolandığına dair ifadelerin hepsi ayrı birer mucizedir. Çünkü ancak son keşifler neticesinde bulutları oluşturan yoğunlaşmanın, rüzgarların atmosferin üst katmanlarına taşıdığı küçük zerrecikler etrafında oluştuğu; rüzgarların bitkilerin erkek tohumlarını, dişi tohumlarının üzerine kondurmak suretiyle döllenmeyi sağladığı ve su kaynaklarının, yerüstünden sızan yağmur sularının yeraltındaki kayaçlarda bulunan boşlukları doldurmasıyla oluştuğu anlaşılmıştır.

UZAY YOLCULUĞU VE TEHLİKELERİ

Kur'an'da, "Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz." (Rahman/33) "Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de kendinizi koruyamazsınız." (Rahman/35) buyrulmaktadır. İlk ayette atmosferden büyük bir güçle çıkılabileceğine, ikinci ayette ise uzay yolculuğunun kozmik ışınlar, gaz ve toz bulutları gibi büyük riskler taşıdığına işaret edilmesi dikkate şayandır.

DEMİRİN İNDİRİLMİŞ OLMASI VE ÖNEMİ

Kur'an'da, "Biz demiri de indirdik. Onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır." (Hadid/25) buyrulmaktadır. Ayetteki "indirdik" tabiriyle çok önemli bir bilimsel mucizeye dikkat çekilmektedir. Şöyle ki son bulgular neticesinde demirin dünyada oluşmadığı anlaşılmıştır. Bilim çevreleri güneşten çok daha sıcak ve çok daha büyük yıldızlarda oluşabilen bir madde olduğunu ileri sürerek, demirin bu yıldızların patlamasıyla dünyaya ulaştığı sonucuna varmışlardır.

Ayrıca ayette demirin insanlara çok faydası olduğundan da bahsedilmektedir. Halbuki bu ayetin indiği dönemde insanlar demirden sadece kılıç, kalkan ve zırh gibi az sayıda şeyler yapabiliyorlardı. Dünyanın manyetik koruyucu alanının oluşmasından, kandaki hayati fonksiyonuna kadar demirin saymakla bitmeyecek başka yararlarından habersizdiler. Ayetin bulunduğu sureye de adı verilen demire asırlar öncesinden dikkat çekilmesi, Kur'an'ın akla durgunluk veren başka bir mucizesidir.

MİKROSKOBİK CANLILAR VE MADDELER

Kur'an'da, "...Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır." (Sebe/3) buyrulmaktadır. Ayette bir mucize olarak canlı ve cansız tüm mikrobik varlıklara işaret vardır. Şöyle ki ayette geçen "zerre" tabiri en küçük manasına gelmekte olup, canlıların en küçük yapı birimi olan hücre ve maddenin en küçük yapı taşı olan atoma karşılık gelmektedir.

Ayetteki "bundan daha küçüğü" ifadesi ise bunları meydana getiren alt bileşenleri akla getirmektedir. Bu hususta başka bir ayette, "Görmüyorlar mı ki Allah’ın yarattığı şeylerin gölgeleri bile nasıl sağdan soldan sürünüp Allah’a secde ederek dönmektedir?" (Nahl/48) buyrulmaktadır. Bu ayet, atom çekirdeğinin etrafında dönüp duran elektronları ve onların oluşturmuş oldukları bulutu çağrıştırmaktadır. İnsanlık ancak bilimsel gelişmeler sonucunda hücrelerden, bakterilerden, virüslerden, atom ve atom altı parçacıklardan haberdar olmuştur. Asırlar önce indirilmiş olan bu ayetlerle, çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan varlıklara dikkat çekilmesi Kur'an'ın mucizelerindendir.

SABAH FOTOSENTEZİN BAŞLAMASI

Kur'an'da, "Nefes almaya başladığı zaman sabaha and olsun ki" (Tekvir/18) buyrularak fotosenteze işaret edilmiştir. Fotosentez karanlıkta gerçekleşmez; ayette ifade edilen "sabah" vaktinde güneş ışıklarının dünyamıza ulaşmasıyla birlikte başlar ve bitkiler dışarıya oksijen vermeye başlar. Gerçekten de ayette "sabah vakti" ve "nefes alma" arasında ilişki kurulması akla durgunluk veren bir mucizedir.

ELEKTRİK VE LAMBA ÖRNEĞİ

Kur'an'da, "Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde lamba bulunan bir kandil yuvası gibidir. O lamba cam içinde, camda sanki inciye benzeyen yıldız gibidir ki doğuya da batıya da ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Onun yağı neredeyse kendine ateş dokunmasa bile ışık verir. (Bu ışık) nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi bilendir." (Nur/35) buyrulmaktadır.

Bu ayeti her okuyan, ayetin adeta "elektrik" dediğini duyar gibi olur. Zira ayette ateşsiz yanabilen ve yıldız gibi ışık veren bir lamba misali verilmektedir. Şöyle ki ayette geçen "Kandil yuvası" ampulün takıldığı duylu kısma,"kandil" ampule ve "lamba" ise içinden akım geçtiğinde ısınarak akkor haline gelen tele karşılık gelmektedir. Ayrıca ayette geçen ağaç anlamındaki "şecer" kelimesinin öbür anlamı ise çekişmedir. Bu mana verildiğinde, ayetin elektriğe olan işareti daha da netleşmektedir.Çünkü gerçekten de elektrik akımı, bir tür çekişmenin ürünüdür. Elektrik, bakır iletken telin mıknatıs içinde hareket ettirilmesiyle üretilir. Bu şekilde atom çekirdeğinin çekim alanından kurtarılan elektronlar serbest kalırlar. Böylece bunların iletken üzerinde hareket etmeleri sağlanır. Bu işlemin hiç durmadan devam ettirilmesiyle de sürekli bir elektron akımı meydana getirilmiş olur. Ayette çağlar öncesinden elektriğe dikkat çekilmesi, Kur'an'ın eşsiz bir mucizesidir.

UZAYDAKİ KARA DELİKLER

Kara delikler yakıtı tükenen büyük yıldızların patlamalarının ardından büzüşüp çökmeleri ile oluşmaktadırlar. Bunların kütle çekimleri her şeyi süpürüp yutacak düzeyde güçlüdür. Öyle ki ışığı da yutarak görünmez olup, adeta kendilerini gizlerler. Kur'an'da yıldızlarla ilgili "Andolsun o sinenlere. O akıp akıp yuvasına girenlere." (Tekvir/15-16) buyrulmaktadır. Ayetlerdeki kelimelerin gizlenen, büzülen ve süpüren gibi yan anlamları da dikkate alındığında, ayetlerde net bir şekilde kara deliklere dikkat çekildiği görülmektedir. 1400 yıl önce ayetlerde böyle bir fiziksel olgudan söz edilmiş olması, Kur'an'ın Yüce Allah(c.c)'ın kelamı olduğunun bir delilidir.

YARATILIŞIN ÇİFTLER HALİNDE OLMASI

Kur'an'da "Düşünüp öğüt alasınız diye, her şeyi çift yarattık." (Zariyat/49) buyrulmaktadır. Atom üzerindeki çalışmalar ilerledikçe var olan parçacıkların sırf protonlardan, nötronlardan ve elektronlardan ibaret olmadığı; atomun sanılandan daha kompleks bir yapıya sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu alandaki önemli bir keşifle, maddenin de antimadde denilen bir eşi olduğu ortaya konmuştur. Bu buluşa göre atomun en küçük parçaları için bile birbirine zıt eşler halinde yaratılış hüküm sürmektedir.Kur'an'da erkeklik ve dişilik hususunda, "O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle sizi üretiyor..." (Şura/11) "...gökten su indirip o su ile çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık." (Taha/53) buyrulmaktadır. Erkeklik ve dişilik insanlarda ve hayvanlarda bilinen bir durum olmakla birlikte; Peygamber Efendimiz(s.a.v)'in zamanında bitkilerin üremesinde dişi ve erkek unsurların rolü bilinmiyordu.

Ancak uzun zaman sonra tohumlu ve çiçekli bitkilerde erkek ile dişi üreme hücrelerinin varlığı anlaşılmıştır. Elektron mikroskobunun icadıyla birlikte hücre, bakteri ve virüs gibi gözle görülemeyen canlılarda da çift yaratılış olduğu tespit edilmiştir. Şöyle ki hücrelerin çekirdek durumlarına göre prokaryotik hücre ve ökaryotik hücre olmak üzere iki temel tipi olduğu; bakterilerin beslenme şekillerine göre ototrof bakteriler ve heterotrof bakteriler, boyanma özelliklerine göre gram negatif bakteriler ve gram pozitif bakteriler, oksijen ihtiyaçlarına göre aerobik bakteriler ve anaerobik bakteriler şeklinde sınıflandıkları görülmektedir. Virüslerin ise nükleik asit bakımından DNA virüsleri ve RNA virüsleri olmak üzere iki çeşit olduğu tespit edilmiştir. Tüm bunlar, Kur'an'ın her alanda sergilemekte olduğu eşsiz mucizelerindendir.

TAŞ KÖMÜRÜNÜN OLUŞMASI

Kur'an'da, "O, yeşil bitki örtüsünü çıkaran, sonra da onları çürüyüp kararmış çör çöpe çevirendir." (Ala/4-5) buyrulmaktadır. Ayetler mucizevi olarak kömür madeninin oluşumuna işaret etmektedir. Zira kömür yataklarının, önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların zaman içerisinde geçirdiği değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir.

YAĞMURUN ÖLÇÜSÜ SUYUN YERDE TUTULMASI

Bilimsel keşifler neticesinde atmosferdeki su buharı miktarının sabit olup, zaman içerisinde değişmediği belirlenmiştir. Yeryüzünün muhtelif yerlerine her saniye ortalama 16 milyon ton su değişik miktarlarda inmekte, aynı miktarda da yeryüzünden buharlaşmaktadır. Bu her yağan yağmur miktarının, gelişigüzel olamayacağı anlamına gelir. Zira yağmurların planlanmış bir ölçü dahilinde yağmaları gerekir ki hepsinin toplam miktarı 16 milyon ton’a eşit olsun. Kur’an’da, "Biz gökten belli bir ölçüye göre yağmur indirip onu yerde durdurmaktayız. Şüphesiz ki onu gidermeye de gücümüz yeter." (Müminun/18) buyrularak, modern bilimin ortaya koyduğu bu gerçek 1400 yıl önce haber verilmiştir. Ayette dikkat çekilen başka bir ilmi gerçek ise yağmur suyunun yerde tutulmasıdır. Eğer yağmur sularının tamamı dibe inseydi veya sel halinde akıp gitseydi hem büyük zararlara sebep olur, hem de canlılar yağmurdan faydalanamazdı .

BAL ARISINDAKİ SIR

Kur'an'da bal arısıyla ilgili olarak, "Rabbin, bal arısına şöyle vahyetti: 'Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kuracakları kovanlardan kendine evler edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarına gir!' Karınlarından renkleri çeşitli bir içecek (bal) çıkar ki onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için bir delil vardır." (Nahl/68-69) buyrulmaktadır. Ayetlerde bal arılarının yaptıkları anlatılırken işaret zamiri ve fiillerin dişi hali kullanılarak, sayılan işleri dişi bal arısının yaptığına vurgu yapılmaktadır. Kur'an'ın indirildiği dönemden asırlar sonra gerçekten de bu faaliyetlerin hepsini sadece dişi arıların yaptığı, erkeklerin tek görevinin kraliçe arıyı döllemek olduğu anlaşılmıştır. Ayetlerde bu gerçeğe dikkat çekilmesi Kur'an'ın sayısız mucizelerindendir.

DİŞİ ÖRÜMCEKDEKİ SIR

Kur'an'da Ankebut Suresinin 41 nci ayetinde, "Allah'tan başka dostlar edinenlerin misali kendine bir ev edinen örümceğin misali gibidir. Evlerin en çürüğü ise şüphesiz örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!" buyrulmaktadır. Ayette "edinen" anlamındaki fiilin dişi hali kullanılarak yuvayı dişi örümceğin yaptığı belirtilmektedir. Şüphesiz bu bir Kur'an mucizesidir. Zira örümcek ağlarının genellikle dişi örümcekler tarafından yapıldığı çok yakın zamana kadar bilinmiyordu. Örümcek, evini evine yanlışlıkla uğrayanları avlamak için inşa eder. Öyle ki dişi örümcek çiftleştikten sonra eğer kaçmayı başaramazsa kendi erkeğini dahi öldürmektedir. Bu yüzden dişi örümceğin evi, bırakın başkalarını kendi erkeği için bile güvenilmezdir. İşte bu ayette örümceğin evinin çürüklüğü ile evinin kolay bozulabilir olmasının yanında, bu mecaz mana da kastedilmektedir. Böylece Kur'an yeni bir mucizeyi daha ortaya koymaktadır.

DİŞİ SİVRİSİNEKDEKİ SIR

Kur'an'da Bakara Suresinin 26 ncı ayetinde, "Şüphesiz ki Allah sivrisinek veya ondan daha küçüğüyle misal getirmekten çekinmez..." buyrulmaktadır. Ayette isim ve zamirin dişi hali kullanılarak misal olarak dişi sivrisinek seçilmiştir. Bu ayetin indiği zamandan asırlar sonra insanın kanını emen sivrisineğin, kana yumurtlamak için ihtiyaç duyan dişi sivrisinek olduğu anlaşılmıştır. Buna dikkat çekmek için özellikle dişi sivrisineği misal vermesi, Kur'an'ın hayranlık uyandıran bir mucizesidir.

İNSANIN YARATILIŞ EVRELERİ

Bugün bilim bebeğin embriyolojik gelişiminin batın duvarı, rahim duvarı ve amniyon zarı olmak üzere üç farklı karanlık bölgede gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Kur'an'da bu ilmi gerçeğe mucizevi bir şekilde şöyle dikkat çekilmiştir: "...O; sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, bir yaratılıştan sonra öbür yaratılışa geçirerek yaratmaktadır..." (Zümer/6) Ayrıca ayette bilim çevrelerince zigot, embriyo ve fetüs diye adlandırılan gelişim evrelerine de işaret edilmesi ayrı bir mucizedir.

Embriyo döllenmeden yedi gün sonra rahim duvarına bir sülük gibi asılıp tutunmaktadır. Bu aşama Kur'an'da şöyle ifade edilmektedir: "Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık..." (Müminun/14) Kuran’da bu aşama, "asılıp tutunan" anlamındaki "alak" kelimesiyle ifade edilmiştir. Arapçada "alak" kelimesinin yan anlamlarından birisinin de sülük olması, Kur'an'ın her kelimesinde iç içe geçmiş nice sır ve hikmet olduğuna dair güzel bir örnekdir.

Embriyonun gözle görülebilecek kadar olduğundaki hali detayları tam belli olmayan, üzerinde diş izleri bulunan bir et parçası görünümündedir. Kur'an'da bu evreyi anlatan ayet şöyledir: "...sonra o alakayı da bir çiğnem et şeklinde yarattık..." (Müminun/14) Ayette geçen "bir çiğnem et" tabiri, Hac suresi 5 nci ayette "belli belirsiz bir çiğnem et" şeklinde ifade edilmiştir. Embriyonun bu evredeki belli belirsiz haline, diş izleri çağrıştırılarak asırlar öncesinden dikkat çekilmesi bir mucizedir.

FİRAVUNUN CESEDİNİN BULUNMASI

Kur'an'da Firavun'a hitaben "Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini kurtaracağız..." (Yunus/92) buyrularak ayetin vahyinden asırlar sonra gerçekleşecek olan arkeolojik bir keşif haber verilmektedir. Şöye ki Mısır’da, 1880’lerden itibaren firavun hanedanlarına ait birçok mumyalanmış ceset keşfedilmiştir. Araştırmacılar cesetlerden birinin Kur’an’da bahsi geçen Firavun'a ait olduğunu tahmin etmişlerdir. Bu ceset Kahire Müzesi'nde sergilenmektedir. Bu çok büyük bir mucizedir.

RUMLARIN GALİBİYETİ VE DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ

Kur'an'da, "Rumlar yenildiler. Yeryüzünün en alçak yerinde. Ama onlar bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler. Birkaç yıl içinde..." (Rum/2-4) buyrulmaktadır. Gerçekten de Rumlar, ayetlerde belirtilen süre içerisinde İranlılara galip gelmişlerdir. Ayrıca ayetlerde "yeryüzünün en alçak yerinde" ifadesiyle Lut Gölü'ne dikkat çekilmesi de başka bir mucizedir. Zira Lut Gölü'nün dünyanın en alçak yeri olduğu, ancak çağımızdaki teknik imkanlarla tespit edilebilecek bir bilgidir.

EN ÇOK OKUNAN YAYINLARIMIZ: