KAZA VE KADERE İMAN

Kaza ve kadere iman, Allah(c.c)'tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmanın gereğidir. "...yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir." (Araf/54). "Allah her şeyin yaratıcısıdır..." (Zümer/62) Bu kainatta meydana gelen her şey; Yüce Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olur. Onun için herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenab-ı Hakk'ın ezelde dilemiş olmasına "Kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "Kaza" denir. Cennet ve cehennem de mahlukat olduğundan, kader yalnız dünya hayatını değil; ahiret hayatını da içerir.

Kader konusunda öncelikle bilinmelidir ki; zaman ve mekan kavramlarıyla yoğrulmuş insan aklının, zaman ve mekan boyutlarının söz konusu olmadığı bir ilahi ilmi, irade ve kudreti, tam anlamıyla kavrayabilmesi mümkün değildir. Nitekim bununla ilgili olarak Hz.Peygamber'in, kader konusunu tartışan ashabını uyararak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; "Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helak olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz." (Tirmizi, Kader, 1).

Kur'an'da kaza ve kadere iman, her şeyin yüce Allah'ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden ayetlerin yanı sıra ilahi ilmin, olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten ayetlerde ısrarla vurgulanmıştır. Hz.Peygamber'e atfedilen bazı hadislerde de kadere iman, bir iman esası olarak açıklanmıştır. Kader konusu ile ilgili bazı ayetlerin meali şöyledir; "...O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir." (Rad/8). "...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir." (Furkan/2). "Hiç şüphesiz, biz her şeyi bir kader ile yarattık." (Kamer/49). "De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez..." (Tevbe/51).

Bu ayetlerden başka Allah(c.c)'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, dilediğini sapıklığa sevk edip, dilediğini hidayete erdirdiğini, insanlar arasında ölümü O'nun takdir ettiğini bildiren ayetler de (Bkz. örneğin Zümer/62; Saffat/96; Araf/178; Vakıa/60); kainatta her şeyin belli bir kadere bağlı bulunduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Cibril hadisi diye bilinen bir rivayette Hz.Peygamber, kadere imanı iman esasları arasında saymıştır. Bu hadiste geçtiğine göre Cebrail(a.s) Peygamberimiz(s.a.v)’e: "İman nedir?" diye sormuş, O'da: "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır." cevabını vermiştir (Bkz. Müslim, İman, 1; Ebu Davud, Sünnet, 15; İbn Mace, Mukaddime, 9).

KADER NEDİR?

Yaratmakla ilgili ayetlerden; Allah(c.c)'ın bir şeyi dilediğinde ona "Ol!" demesiyle, o şeyin hemen oluverdiği anlaşılmaktadır. "Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz ona sadece, 'Ol' dememizdir. O da hemen oluverir." (Nahl/40 ayrıca bkz. Bakara/117; Enam/73; Yasin/82). Bu da demektir ki; dünya ve ahiret hayatına ait tüm hadiseler, Allah(c.c)'ın ezelde dilemesiyle idrak edemeyeceğimiz küçüklükteki "bir an" içinde olmuş ve bitmiştir. İnsan bu sonsuz küçüklükteki zaman boyutu içinde olduğu için, hayatı uzunmuş gibi algılamaktadır. Zaman ve mekandan münezzeh olan Allah(c.c) katında geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir; O dünya ve ahiret hayatımızın tamamını aynı anda görür ve bilir. "...O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir..." (Bakara/255).

Bu nedenle Kur’an’da gelecek zamanla ilgili bazı olaylar, kıssalar, cennet ve cehennemle ilgili bazı ayetler şimdiki; bazen de geçmiş zaman kipiyle anlatılır. Misal olarak hayatı bir filme benzetirsek zaman boyutu film şeridini, yaşanılan anlar ise şeritteki filmin karelerini oluşturur. Kişinin zaman boyutuna bağımlı olarak yaşaması, tıpkı filmin karelerine hapsolmuş olan görüntüsüne benzer. İzleyici ileri geri sardırarak, filmin istediği yerini görebilirken; hayatı filme alınan kişi, tüm sahnelerin teker teker çekimi yapılmadan filmin ilerisini göremez.

KADER VE İRADE İLİŞKİSİ

Yüce Allah, hikmeti gereği insanın akıl sahibi, dilediğini yapabilir bir varlık olmasını irade ve takdir buyurmuştur. "Gerçek şu ki, biz emaneti (akıl ve iradeyi), göklere, yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, sorumluluğundan korktular. Onu, pek zalim ve cahil olduğu halde insan yüklendi." (Ahzab/72). Bu sebeple de insanı sorumlu ve yükümlü tutmuştur. İnsanın sorumlu olduğu alan sadece seçme özgürlüğünün olduğu alandır. Tabiat olayları başta olmak üzere doğum, anne ve baba, dil, cinsiyet, etnik köken, coğrafya, fiziksel ve bünyesel özellikler, organların istem dışı faaliyetleri gibi konularda seçme özgürlüğü olmadığı için sorumluluk ta yoktur.

Allah(c.c) her şeyi yaratmasını bir sebebe bağlamış; imtihanın gereği olarak, kudretini sebeplerin altına gizlemiştir. Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, yüce Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Bu sebeple kulun, fiilini kendisinin yarattığı ileri sürülemez. Bununla ilgili olarak bir ayette "...sizi de yaptığınız şeyleri de yaratan Yüce Allah’tır." (Saffat/96) buyrulmuştur.

Amentüde ifade edildiği üzere her müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah(c.c)'tan olduğuna inanır. "...Onlara bir iyilik erişse: 'Bu, Allah katındandır' derler. Bir kötülük dokunsa: 'Bu senin tarafındandır' derler. De ki: 'Hepsi Allah katındandır'...." (Nisa/78). Ancak insan, hayrı da şerri de kendi iradesi ile kazanır. Allah(c.c)'ın hayra rızası vardır, şerre ise yoktur. Hayrı seçen mükafat, şerri seçen ceza görecektir. Bunun izahı şudur; Allah(c.c) insana irade vermeyi dilediği için, insan hür iradesiyle tercihini yapar. Yüce Allah kulunun bu şekilde hür iradesiyle yapacağı işleri, zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler. Allah(c.c)'ın bu dilemesine göre takdir buyurduğu zaman gelince, kulun seçimi doğrultusunda o işi yaratır.

Mutlak, özgür ve sınırsız olduğu için, Allah(c.c)'ın iradesine külli irade; sınırlı, zaman ve mekan gibi şeylerle bağlantılı olduğu için, insanın iradesine ise cüzi irade denir. Evrende meydana gelen her olay ve varlık, yüce Allah'ın yaratması ile meydana gelir. Kul da Allah(c.c)'ın kendisini sınamak için oluşturduğu imtihan şartları içerisinde tercihini yapar. Bu husus Kur'an'da "Muhakkak ki biz sizi korkuyla, açlıkla ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz..." (Bakara/155); "...sizi imtihan olarak hayır ile de şer ile de sınıyoruz" (Enbiya/35) şeklinde ifade edilmiştir. Kul herhangi bir zorlamaya maruz kalmadığına bizzat kendi şahit olduğu için, tercih ve eylemlerinde hür olduğunu kendi içinde hissederek kabullenir.

Kuran'da söylenen sözün yerine göre, bazen Allah(c.c)’ın külli iradesine, bazen de insanın cüzi iradesine vurgu yapılmaktadır. Cüzi iradenin söz konusu edildiği yerde, külli irade de orada zımnen bulunduğu gibi, külli iradenin vurgulandığı yerde de cüzi irade zımnen vardır. Örneğin Allah(c.c), hidayet ve dalaletin; hayır ve şerrin ancak Allah(c.c)’ın yaratmasıyla mümkün olabileceğini vurgulamak üzere mealen şöyle buyurmuştur: "Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır." (Bakara/7). Bu ayette Allah(c.c)’ın külli iradesine açıkça vurgu yapılmıştır.

Buna mukabil, insanların cüzi iradelerinin ön plana çıkartılması gereken yerde ise, Allah(c.c)’ın külli iradesi zımnen vardır. Örneğin Allah(c.c), Kuran'ın hak ve hakikati öğreten bir kitap olduğunu hatırlattıktan sonra, elçisinin tebliğden başka bir sorumluluğunun olmadığını vurgulamak üzere mealen şöyle buyurmuştur: "De ki: İşte Rabbiniz tarafından gelen gerçek. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin." (Kehf/29). Halbuki, Allah(c.c) dilemedikçe hiç kimse, kendi başına, ona rağmen bir iş yapamaz. İnsan, küfür veya iman ister, Allah(c.c) da onları yaratır. İşte burada ise, ilk örneğin aksine kulun cüzi iradesine açıkça vurgu yapılmıştır.

Özgür iradeye dayanan bir sistemin olduğunu net bir şekilde ortaya koyan Enam Suresinin 148 nci ayetinde mealen; "Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki: Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız ortak koşardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık. Onlardan önce yalanlayanlar da böyle söylemişlerdi de sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz." buyrulmuştur. Ayetten anlaşılacağı üzere, müşrikler Allah(c.c)’ın dilemesi neticesinde şirk koştuklarını söylemektedirler. Oysa yüce Allah müşriklerin kullandığı bu mantığın hatalı ve çelişkili olduğunu bildirmektedir.

KAZA VE KADERE İMANIN FAYDASI

Kadere iman, her şeyin yüce Allah tarafından tanzim ve tertip edildiğine itikat etmek olduğundan, her şeyden evvel insanın zihnine kurgulanmış bir ilahi nizam içinde bulunduğu  fikrini yerleştirir. Hadiseleri sebepleriyle izah etme alışkanlığı kazandırarak tesadüflere inanıp keyfi davranmayı önler. Yaşanılan şeyler arasındaki aşinalığı ve münasebeti görme şuuru oluşturarak, hayatı anlamlı kılar.

Kaza ve Kader inancı, insanda ümitsizliğin ve kederin en büyük ilacıdır. İnsana daima kudreti sonsuz, rahmeti bol bir Rabbın kontrolü ve himayesi altında olduğunu hissettirir. İnsan, başına gelen hastalık ve felaket gibi musibetlere, Allah(c.c)`ın takdiri gözüyle bakıp kendini teselli eder. "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Böylece elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız..." (Hadid/22-23).

İşlerin Allah(c.c)’ın takdir ettiği gibi olacağına imanı olan kimse yılgınlık, ümitsizlik ve karamsarlık göstermez. Onun bu konuda kesin inancı şudur; "Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur..." (Yunus/107).

Kaza ve kadere inanan kimse bela ve musibetlerin Allah(c.c)`tan geldiğini bildiğinden, sadece O'ndan korkar ve kurtulmak için yalnızca O`na sığınır ve O'na yalvarır. "...Eğer inanıyorsanız bilin ki asıl korkmanız gereken Allah'tır." (Tevbe/13). Özellikle can güvenliği ve sağlığıyla ilgili  duyduğu yersiz kaygı ve endişelerden, boş kuruntulardan kurtulur. "Nerde olursanız olun ölüm size ulaşır. Hatta çok sağlam kalelerde olsanız bile..." (Nisa/78)

Kadere iman, insana kendine güven, dayanma gücü, cesaret, istikrar, sabır, azim gibi güzel hasletler kazandırır. Kadere inanan kişi, hiçbir şeyden yılmaz, gevşeklik, acziyet, zaaf ve tembellik ona yol bulamaz. Kadere iman insanlara müsamaha gösterebilmeyi, öfkeyi kontrol edebilmeyi öğretir. Kader inancı insanı tevazu sahibi, kanaatkar, hak ve hukuka riayetkar bir şahsiyet haline getirir. Kişiyi ihtiras, tamahkarlık, haset ve kibir gibi son derece zararlı hastalıklardan kurtarır. "Allah’ın, kiminizi kiminize üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri (haset ederek) arzu edip durmayın. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır. Kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır..." (Nisa/32; ayrıca bkz. Nisa/54).

TEVEKKÜL NEDİR?

Sözlükte güvenmek, dayanmak ve işi başkasına havale etmek anlamlarına gelen tevekkül terim olarak; insanın hedefe ulaşmak için kendine düşen tüm görevleri yaptıktan sonra, Allah(c.c)'a dayanıp güvenmek ve ondan ötesini Allah(c.c)'a bırakmak demektir. Tevekkül, müslümanların kadere olan inançlarının tabii bir sonucudur. Tevekkül eden kimse yüce Allah'a kayıtsız şartsız teslim olmuş, akıbetinden endişe etmeyen kimsedir. Yüce Allah bir ayette "...Kararını verdiğin zaman artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever." (Ali İmran/159) buyurmuş; müminlerin yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiştir (Bkz. Ali İmran/122, 160; Maide/11; Tevbe/51; İbrahim/11; Tegabün/13; Talak/3).

Tevekkül etmek tembellik ve miskinlik demek olmadığı gibi; çalışma ve ilerlemeye mani de değildir. Çünkü her müslüman ilahi düzenin ve kanunların gereği olarak, işlerinin sebep-sonuç ilişkisi içerisinde sonuçlandığının bilincindedir. Kur'an'da, "İnsan için ancak çalıştığı vardır." (Necm-39) buyrulmuştur. Maddi ve manevi tüm sebeplere gerektiği şekilde başvurmadan, kader ne ise o olur tarzında bir anlayış; İslam'ın tevekkül anlayışıyla asla bağdaşmaz. Bununla ilgili olarak Hz.Peygamber'in kendisine atfedilen bir hadisinde, devesini salarak tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye; "Önce deveni bağla, Allah'a öyle tevekkül et" (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurarak tevekkülden önce tedbirin alınması için uyarıda bulunduğu rivayet edilmiştir.

RIZIK NEDİR?

Sözlükte azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey anlamına gelen rızk terim olarak, yüce Allah'ın, canlılara yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şey diye tanımlanır. Bu tanıma göre rızık helal olan şeyleri kapsadığı gibi, haram olanları da kapsamaktadır. Haram olan bir şey, onu kazanan kul için rızık sayılır. Fakat Allah(c.c)'ın haram olan rızkı, kulun kazanmasına rızası yoktur. Bir ayette; "Artık Allah'ın size verdiği rızıktan helal ve temiz olarak yiyin..." (Nahl/114; ayrıca bkz. Bakara/168) buyrularak helal yenilmesi emredilmiş, haram yasaklanmıştır.

Yegane rızk veren Allah Teala'dır. Kur'an'da, tüm canlıların rızkını verenin Allah(c.c) olduğu "Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir..." (Hud/6); kulun yarın ne kazanacağını O'ndan başkasının bilemeyeceği "..Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez..." (Lokman/34) buyrulmuştur. Bir başka ayette de O'nun dilediğine bol rızk verip, dilediğinin rızkını ise daralttığı haber verilmiştir. "Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar..." (Şura/12; ayrıca bkz. Rad/26; İsra/30; Kasas/81-82). Allah(c.c)'ın ilminde bir insanın ömrü boyunca yiyeceği rızık bellidir. Kimse kendisi için takdir edilen rızkını yemeden ölmez. Bir kimse başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi, başka biri de onun rızkını yiyemez. Herkes kendi rızkını yer. "Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık..." (Zuhruf/32).

ECEL NEDİR?

Sözlükte önceden tespit edilmiş zaman ve süre anlamına gelen ecel terim olarak; insan ve diğer canlılar için belirlenmiş ömür süresinin sonunu, yani ölüm anını ifade eder. Yüce Allah her canlı için bir yaşama süresi ve bir ölüm vakti belirlemiştir. Ayrıca fertler gibi toplumların da ecelleri bulunduğu ve bu vaktin bir anlık süre için dahi olsa öne alınmayacağı gibi, geriye bırakılmayacağı da haber verilmiştir (Araf/34; Yunus/49; Hicr/5). Ecel tek olup yüce Allah'ın kaza ve kaderiyledir. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve öldüren Allah(c.c) olduğundan; eceli belirleyen de O'dur. "O öyle bir Rab’dır ki, sizi çamurdan yaratmış, sonra (her birinize) bir ecel tayin etmiştir. (Kıyametin kopması için) belirlenmiş bir ecel de O’nun katındadır..." (Enam/2; ayrıca bkz. Enam/60; Ali İmran/145; Münafikun/11).

Kur'an'da kulun ne zaman ve nerede öleceğini Allah(c.c)'tan başkasının bilemeyeceği "...Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez..." (Lokman/34); O'nun insanları günahları yüzünden anında cezalandırmayıp, belli bir zamana kadar ertelediği; ecelleri geldiğinde ise, sonlarının bir an olsun ne geciktirilebileceği ne de öne alınabileceği haber verilmiştir. "Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler." (Nahl/61; ayrıca bkz. Ankebut /53). Yine Kur'an'da, kendilerine uzun ömür verilenler ve ömrü kısaltılanlar olduğundan bahsedilip, bunların bir kitapta yazılı olduğu bildirilmiş "...Canlıların ömürlerinin uzatılması ve ömürlerinin eksiltilmesi, mutlaka bir kitapta yazılıdır..." (Fatır/11); bazı insanların kendileri için belirlenen süreye kadar yaşatılıp, bazı kişilerin hayatlarının ise ihtiyarlamadan önce sona erdirildiği anlatılmıştır (Mümin/67).

En Doğrusunu Allah(c.c) Bilir.

Yararlanılan Kaynaklar:
-Diyanet İşleri Başkanlığı İlmihali
-Diyanet İşleri Başkanlığı Tefsiri
-Kur'an-ı Kerim, Sünnet (tevatür yoluyla günümüze kadar taşınmış, Ümmetin malumu olan Peygamberimiz(s.a.v)'in uygulamaları), Sünnet'i teyit eden ve Kur'an'la çelişmeyen mütevatir hadisler ışığında hazırlanmıştır.

EN ÇOK OKUNAN YAYINLARIMIZ: