Kur'an Tüm Zamanlara Hitap Eden Evrensel Bir Kitaptır

Kur'an'ın tüm hükümleri kıyamete kadar bakidir. Kur'an'da nesh edilerek hükmü kaldırılmış veya tarihselleşmiş ayet yoktur. Şüphesiz her ayetin bir fonksiyonu ve gerekli olabileceği bir durum veya zaman vardır. Bu tür ayetlerde o günün şartları içerisinde Kur'an ne hüküm vermiş ve bu hükümlerle neyi gerçekleştirmeyi, nereye varmayı amaçlamışsa; bugünün şartları içinde de o amacı gerçekleştirecek günümüze uygun hükümler benimsenmelidir. Yani önemli olan, o hükümlerin salt anlamı değil; ruhudur.

Örneğin bazı ayetlerin Hz. Peygamber'in kendi özel hayatı ve zamanı için geçerli olduğunu sananlar, bu ayetlerin de aslında tıpkı diğer peygamber kıssalarında olduğu gibi, ibret alınarak dersler ve hükümler çıkarılmasına yönelik misyonları olduğunu kabul etmelidirler. Ayrıca Kuran'ın cinlere gelmiş ve onlara hitap eden bir kitap olduğu da, bu konuda göz önünde bulundurulması gereken başka bir husustur. Şöyle ki; zamanımızda uygulanmasına gerek kalmadığı sanılan bazı Kur'an hüküm ve ayetlerinin, cinlerin medeniyetinde hala yürürlükte olması da ihtimal dahilindedir.

İnsanlar içinde yaşadıkları zamana, şartlara, ihtiyaçlara, bilgi ve kültür düzeylerine göre Kur'an ayetlerine farklı açılardan bakarak orada farklı renkler görebilirler; onu az çok farklı yorumlayıp algılayarak, ondan değişik biçimde yararlanabilirler. Fakat "şu ayet tarihseldir, bu ayet hükümsüzdür" diyemezler. Aksine davrananlar, yüce Allah(c.c)’ın huzurunda yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

Kur'an'ın herhangi bir ayetine herhangi bir gerekçeyle hükümsüzdür demek; hem o ayeti yok sayıp inkar etmek ve hem de dolaylı olarak Allah(c.c)'ın kitabına (haşa) kusur atfetmektir. Oysa yüce Allah; Kur'an'da "Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (Enam/115), "Hala Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı." (Nisa/82) buyurmuştur.

Her ne niyetle olsun; Kur'an'a yönelik bu tür olumsuz yaklaşımlarda bulunmaktan kaçınılması gerekir; zira önceki ümmetlerin kitaplarını tahrif ettikleri gibi; Kur'an'ın da ayetlerinin hükümsüz bırakılması suretiyle, dolaylı olarak tahrifine kapı aralamak isteyenleri Allah(c.c) şöyle uyarmaktadır; "Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince, işte onlar Hakk'ın huzuruna azap içinde getirileceklerdir." (Sebe-38), "Ayetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir." (Hac-51)

Eski kitaplara yapıldığı gibi, Kur’an-ı Kerim’i çeşitli maskeler altında parçalara ayıranlar da; yaptıklarından dolayı muhakkak surette yüce Allah katında sorguya çekilip cezalandırılacaktır. Bu tavır birçok eski kavmi yıkıma götürmüştür. Çünkü Kur’an bütünüyle Allah’tandır, bir tek ayeti bile O’ndan başkasına nispet edilemeyeceği gibi, yine bir tek ayeti dahi değersiz ve anlamsız görülemez. yüce Allah’ın kitabı bir bütündür ve hükümleri geneldir. "Onlar ki, şimdi de Kur’an’ı (bir kısmını kabul, bir kısmını reddederek) paramparça ediyorlar. Rabbine andolsun ki yaptıklarından dolayı muhakkak surette onların hepsini sorguya çekeceğiz!" (Hicr/91-93)

En Doğrusunu Allah(c.c) Bilir.

OKU

Dinde İçtihata Gerek Var mıdır?

Kur'an'da mealen; "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur'an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. (Siz sorup da başınıza iş çıkarmayın). Allah çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir. Sizden önceki insanlar da böyle sorular sormuş ve sonuçta onları inkar etmişlerdi." (Maide 101-102) buyrulmuştur. Kur'an'ın sükut ettiği konularda, fetva veya içtihat gibi herhangi bir hüküm arayışına gerek olmadığını net bir şekilde ortaya koyan Bu ayette; "De ki: "Allah'a dininizi mi öğretiyorsunuz?..." (Hucurat-16) ayetinde vurgulandığı gibi, eski kavimlerden bazılarının adeta dini yetersiz ve eksik bularak peygamberlerine bu tür şeyler sorduklarından; sonra o şeyler ile mükellef olunca da onları terk ederek kafir olduklarından söz edilmektedir. Hiç şüphe yok ki; tarih boyunca insanları dinde yeni arayışlara sevk eden bu dürtünün arkasında, "...Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım..." (Nisa-119) diyen vesveseci sinsi şeytanın hile ve tuzağı vardır.

Kur'an'da birçok ayette alim veya cahil ayrımı yapılmaksızın, defalarca imanın akılla sorgulanması emredildiği halde; dinde kendilerini otorite gören fıkıhcılar, her insanın düşünme kabiliyetinin yeterli olmayabileceğini savunmuşlardır. Sonra da dini anlama ve öğrenme konusunda kendi belirledikleri kriterlere göre, insanları alimler ve avam diye iki farklı başlık altında kategorize etmişlerdir. İnsanlara Kur'an'ı anlamaları ve sorgulayarak iman etmeleri hususunda yardımcı olmak yerine; kendilerine bir alim seçip, onun paket halinde sundukları görüşleriyle amel etmelerini yeterli görmüşlerdir. İnsanları uyuşturup, sürüleştiren bu körü körüne taklitçilik; İslam dünyasının geri kalmışlığının temel sebebi; olmuştur. Bu hastalıklı zihniyet, dönemin İslam devletlerinin işleyişine de sirayet etmiştir. Yöneticiler Kur'an'ın sükut ettiği meselelerle ilgili, Allah(c.c)'ın sınırlarını gözeterek aklın ve bilimin ışığında özgürce çözümler üretmek yerine; yetkilerini fetva makamlarının sınırlarını çizdikleri dar alanlara mahkum etmişlerdir.

Eski müfessirlerden bazıları, daha da ileri giderek Allah(c.c)'ın "Dininizi tamamladım" (bkz. Maide-3), "Kur'an'da çelişki yoktur" (bkz. Nisa-82) diye buyurmuş olmasına rağmen, kendi anlayışlarıyla örtüşmeyen bazı ayetler arasında çelişki olduğunu dahi iddia etmişlerdir. Daha sonra bu iddiadan yola çıkarak; "nasih ve mensuh" diye kavramlaşan kendi uydurdukları bir varsayıma dayanarak, bir kısım Kuran ayetlerinin diğer bazı Kuran ayetlerini iptal ettiklerini ileri sürmüşlerdir. Öyle ki; adeta birbiriyle yarışırcasına, hükmü kaldırılan ayet sayısını 500 e kadar çıkaran İslam bilginleri dahi olmuştur. Bundan daha vahimi ise, hadislerin bile Kur'an’ın ayetlerini iptal edebileceğini savunanlar bile olmuştur. Böylece din, kendi görüşlerine göre hangi ayetlerin nasih, hangi ayetlerin mensuh olduğunu belirleyebilen fıkıh alimlerinin insaflarına terk edilmiştir. Önceki ümmetlerin kitaplarını tahrif ettikleri gibi; Kur'an'ın da ayetlerinin hükümsüz bırakılması suretiyle, dolaylı olarak tahrifine kapı aralamak isteyenleri Allah(c.c) şöyle uyarmaktadır; "Ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanlara gelince, işte onlar Hakk'ın huzuruna azap içinde getirileceklerdir." (Sebe-38) "Ayetlerimizi geçersiz kılmak için çaba gösterenler var ya, işte onlar cehennemliklerdir." (Hac-51)

Allah(c.c) Kur'an'da "Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?" Beled (8-10), "Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verene, Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki, Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, Onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir." Şems (7-10) buyurmuştur. Bu ayetlerin tefsiri niteliğindeki bazı hadisi şeriflerde ise, "Müftüler sana fetva verse de sen yine kalbine danış, fetvanı kalbinden al." (Müsned, I, 194), "Seni işkillendiren şeyi bırak işkillendirmeyene geç. Çünkü doğruluk iç huzuru verir, yalan da şüphe ve tereddüt doğurur." (Tirmizi, Kıyamet 60) denmiştir. Bu ayetler ve bu ayetleri açıklayan hadislerden Allah(c.c)'ın insanın fıtratına doğruyu ve yanlışı, iyiliği ve kötülüğü, günahı ve sevabı bilme; bunlar arasında tercihte bulunup, hüküm verme gücü ve özgürlüğü verdiği anlaşılmaktadır. Tecrübelerle de sabittir ki; kötülük gönlü tırmalayıp bulandıran, iyilik ise huzur verip gönlü yatıştıran şeylerdir. Bu nedenle mümin kişinin; Kur'an'ın sükut ettiği şeyleri yapıp veya yapmama konusunda tereddüde düşmesi halinde, aradığı cevabı bulmak için kalbine (vicdanına) danışması yeterli olacaktır.

Sonuç olarak her Müslüman, dini yükümlülükleri Kur'an'da emredilen şekliyle, Peygamber Efendimiz(s.a.v)'in örnekliğini esas alarak yerine getirmeye çalışmalıdır; kendi anlayışını ve içinde yaşadığı toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmamalıdır. Kural olarak hakkında yasaklayıcı hiçbir delil bulunmayan fiiller mubah ve helal kabul edilir. Bir fiilin helal kabul edilmesi için dini kaynaklarda bu yönde bir açıklama bulunması veya içtihat yapılması gerekli değildir. Çünkü "eşyada aslolan mubahlıktır." Kur’an-ı Kerim Allah(c.c)’ın kulları için serbest bıraktığı, helal kıldığı nimetlerin ve güzelliklerin din adına herhangi bir haklı gerekçeye dayanmadan, haram sayılmasını yasaklamış (bkz. Araf/32); ayrıca bizzat Hz.Peygamber’e hitap ederek, Allah(c.c)’ın helal kıldığı şeyleri kendisine haram kılmamasını emretmiştir (bkz. Tahrim/1). Buna göre ölçüsüz dindarlık duygusu gibi iyi niyetli de olsa; dinin izin verdiği alan içerisinde kalan uğraş, tutum ve davranışları veya yiyecek, içecek ve giyecek gibi nesneleri haram, sakıncalı ve günah olarak nitelendirmekten kaçınılmalıdır.

En Doğrusunu Allah(c.c) Bilir.

Peygamber Efendimiz(s.a.v) Manevi Babamız O'nun Eşleri Manevi Annelerimiz ve Müminler ise Manevi Kardeşlerimizdir

İnsanlar arasındaki akrabalık ve yakınlığın asıl sebebi, din birliğidir. Bir ailenin fertleri aynı dine mensup, aynı terbiye ile vasıflanmış olmadıkça aralarında hakiki, Allah(c.c) katında makbul bir yakınlık mevcut olmuş olamaz. Allah(c.c)’ın dinine inanmış ve peygamberlerini tasdik etmiş kimseler birbirlerinin manevi akrabası, yakını ve dostlarıdır. Bunların aralarında manevi bir birlik vardır. Müminlerle kafirler kan ve soy bağı bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın Allah(c.c) katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Allah(c.c), Hz.Nuh(a.s)’ın oğlunu iman etmediği için Hz.Nuh(a.s)’ın ailesinden saymamıştır. Yine Hz.Nuh(a.s) ile Hz.Lut(a.s)'ın eşleri de iman etmedikleri için, helak edilmekten kurtulamamışlardır.

Bu bakımdan Ahzap Suresinin 6 ncı ayetinde vurgulandığı gibi; Peygamber Efendimiz(s.a.v) ümmetinin manevi babası hükmündedir. Yine Ahzap Suresinin 40 ncı ayetinde ise; Peygamber Efendimiz(s.a.v)'in gerçek anlamda müminlerin babası olmadığı gibi, erkek evlatlarının erkeklik çağına gelmeden vefat edeceklerine dair de işari manada gaybi bir haber verilmiştir. Bu sebepledir ki; Hac Suresinin 78 nci ayetinde Müslümanlara hitaben Hz.İbrahim(a.s) için "babanız İbrahim" tabiri kullanılmasından, Hz. İbrahim(a.s) ile bütün müslümanlar arasında nesep bağı olduğu anlamı çıkarılmamıştır. Hz.İbrahim(a.s)'ın Peygamberimiz(s.a.v)'in dedesi olması münasebetiyle, aynı zamanda ümmetin de babası sayılacağı kabul edilmiştir.

En doğrusunu Allah (c.c) bilir.

Bismillahirrahmanirrahim.

Tevbe-128 "Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."

Atmosferin Koruma ve Geri Döndürme Özellikleri ile Fay Hatlarına İşaret Eden Ayetler

Bismillahirrahmanirrahim.

Enbiya-32 "Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise O'nun ayetlerinden yüz çeviriyorlar."

Tarık (11-13) "Dönüşlü göğe ve yarılan yeryüzüne and olsun ki, Şüphesiz o Kur’an, hak ile batılı ayırd eden bir sözdür."


Şüphesiz Allah(c.c) Doğruyu Söyledi.

Bilindiği üzere güneş fırtınaları ile gelen radyasyon dalgalarından Dünyamızı merkezindeki eriyik halde bulunan demirin hareketi ile oluştuğu düşünülen manyetik kalkan korumaktadır. Enbiya-32 nci ayette buna işaret edilmektedir.

Tarık Suresinin 11 nci ayetindeki "dönüşlü" olarak tercüme edilen "rec'i" kelimesi, "geri çeviren" ya da "geri döndüren" anlamlarına gelmektedir. Bilindiği gibi Dünyayı çevreleyen atmosfer pek çok katmandan oluşur. Her katmanın, canlılığın yararına yönelik önemli bir görevi vardır. Günümüzde yapılan incelemelerde her tabakanın kendisine ulaşan madde ya da ışınları uzaya ya da yeryüzüne geri döndürme özelliklerinin olduğu anlaşılmıştır.

Yer kabuğunu oluşturan levhaların hareketleri sonucu oluşan gerilme ve sıkışmalar, yer kabuğunun bazı bölümlerinde yüzyıllar boyunca enerji biriktirir. Bu enerjilerin zaman zaman ortaya çıkması neticesinde de depremler olur. Yer kabuğundaki bu hareketli çatlaklara fay denilmektedir. Fayların varlığı İkinci Dünya Savaşından sonra bilim adamlarının değerli madenlere ulaşmak için, deniz altı araştırmalarına hız vermeleri neticesinde anlaşılmıştır. Tarık Suresinin 12 nci ayetinde ise, bu çatlaklara işaret edildiği anlaşılmaktadır.

En Doğrusunu Allah(c.c) Bilir.

OKU

Kabul Edilen Dualar İçin Görevlendirilen Melekler

Bismillahirrahmanirrahim.

Enfal (9-12) "Hani, siz, Rabbinizden imdat istemiştiniz de Rabbiniz, şüphe yok ki ben, birbiri ardınca binlerce melekle size yardım edeceğim diye duânızı kabûl etmişti. Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. O zaman katından bir güven olmak üzere sizi hafif bir uykuya daldırıyordu; sizi temizlemek, şeytanın pisliğini (verdiği vesveseyi) sizden gidermek, kalplerinizi birbirine bağlamak ve savaşta sebat ettirmek için üzerinize gökten bir su (yağmur) indiriyordu. Hani Rabbin meleklere: «Muhakkak ben sizinle beraberim; haydi iman edenlere destek olun; Ben kâfirlerin yüreğine korku salacağım; vurun boyunlarına! Vurun onların bütün parmaklarına!» diye vahyediyordu."

Ali İmran (124-125) "O vakit (Bedir’de) müminlere şöyle diyordun: «Rabbiniz üç bin melek indirmekle size yardımda bulunması, yetişmez mi size?» Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder."

Kehf (71-82 ) Böylece yola koyuldular. Bir süre sonra bir gemiye bindiler. O kulumuz bu gemide bir delik açtı. Musa ona, "İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın" dedi. (o kul) dedi ki: "Ben sana, benimle bulunmaya sabredemezsin" demedim mi? Musa dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma." Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğuna rastladılar. O kul, hemen onu öldürdü. Mûsâ, "Bir can karşılığı olmadan temiz bir çocuğa kıydın ha? Doğrusu sen, çirkin bir iş yaptın!' dedi." (o kul) dedi ki: Ben sana; "benimle bulunmaya sabredemezsin" demedim mi? Mûsâ, "Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme. Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür dileyişim)" dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yemek istediler. Şehir halkı onları misafir etmekten kaçındı. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. O kul hemen onu doğrulttu. Mûsâ, "Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın" dedi. O kul şöyle dedi: "İşte bu, artık ayrılmamızın sebebidir. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim. Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı. Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin. Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur."

Gerçek Hükümdar Allah(c.c)'tır

İlahlık vasıflarından birisi olan egemenlik; yani hükmetme yetkisi ve insanları hayatları ile ilgili tüm meselelerde yönlendirme hakkı yalnız Allah(c.c)’a aittir. Bu nedenledir ki; İslam sadece bireysel hayatla ilgili değil, toplumsal hayatla ilgili de metot ve sistem koyup, kural ve kaideler belirlemiştir.

Şüphesiz ki; insanlar için neyin en uygun ve neyin en hayırlı olacağını, yalnız onları yaratan Allah(c.c) bilir; insanların ilahlığa soyunarak yaptıkları kanunlar, O'nun kulları için koyduğu kanunlar gibi asla kusursuz ve mükemmel olamazlar.

Ayrıca yaptırım gücünü sadece dünyevi cezalardan alan beşeri kanunlar, ahiret ceza ve mükafatını da ön gören ilahi kanunlar kadar caydırıcı değildirler. Sonuç olarak; toplumlar ancak ruhunu vahiyden alan değerlere ve kanunlara kavuştuklarında kargaşa ve bunalımdan kurtularak, özledikleri düzen ve saadete ulaşabilirler.

En doğrusunu Allah (c.c) bilir.

Bismillahirrahmanirrahim.

Ali İmran-189 "Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir."

Maide-44 "... Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir."

Maide-49 " Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur’an’ın bazı hükümlerinden) seni şaşırtmalarından sakın..."

Enam-57 "De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden (gelen) kesin bir belge üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde değil. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır. O, hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır."

Enam-62 "...İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur."

Araf-54 "...İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!"

Tevbe-116 "Şüphesiz göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız Allah’ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Yunus-109 "(Ey Muhammed!) Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır."

Yusuf-40 "Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler."

EN ÇOK OKUNAN YAYINLARIMIZ: